52. Sayı Çıktı! Evde Kal Kırmızı Beyaz'sız kalma.

Yalanın Ömrü Nasıl Tükenir?

Bunlardan belki de en çok takıldığım, bizim üst sınıflardan Batuhan’ın “Çin’de Uygur Türklerine Akıl Almaz İşkence!!!!” başlıklı viral bir videoyu alıntılayıp paylaşması olmuştu.

Günlüğü her zamanki yerine kaldırdıktan sonra, sınav döneminde başladığım ve asla
bitiremediğim dizilerden birini açmanın kafamı dağıtmak için iyi olacağını düşündüm. Neyse,
ilk sezonda takılı kaldığım dizilerden birini açmadan önce Twitter’da ne var ne yok diye bir
bakayım dedim. Salı günü olduğu için siyasi parti liderlerinin meclisteki grup toplantılarında
açıklamaları gündeme yansımıştı. Bunların dışında gündemde yine onlarca konu vardı.
Bunlardan belki de en çok takıldığım, bizim üst sınıflardan Batuhan’ın “Çin’de Uygur
Türklerine Akıl Almaz İşkence!!!!” başlıklı viral bir videoyu alıntılayıp paylaşması olmuştu.
Alıntıladığı kısma Çin’in uygulamalarından dolayı Çin’e ve Türkiye’nin sessiz kalmasından
dolayı da hükümete ağzına ne geliyorsa yazmıştı. Batuhan’ı severim iyi çocuktur, ara sıra
oturup sohbet ediyoruz. Özellikle siyasi konularda güzel sohbet ediyoruz, birikimli ve
donanımlı birisi. Ama bu Uygur meselesi hep kafamı kurcalamıştır. Çünkü Batuhan’ın
paylaştığı video gibi onlarca video ve fotoğraf, kişisel hesapların yanı sıra onlarca troll hesap
tarafından da paylaşılmış. Hep de Uygur Türklerine tabiri caizse soykırım uygulandığını iddia
eden paylaşımlar oluyor. Sanki tek merkezden kontrol ediliyormuş gibi, bir anda gündeme
sokuluyor bu tartışma. Bahaneye bakan uykum iyice kaçmıştı. Açıkçası dizi ve film izleyecek
hevesim de kalmadı. Yarın hazır bizim çocuklarla bir araya gelmişken “En iyisi Batuhan’ı da
çağırmalı, bu konuyu uzun uzadıya konuşmalıyız.” diye düşündüm. Saatin geç olduğuna
aldırış etmeden telefona sarılıp Batuhan’ı aradım. Uykulu bir ses tonuyla zar zor yarın öğlene
görüşme sözü aldım. Tavırlarından bu konuyu konuşacağımızı anlamış gibiydi. Yarın hem
sınava hakkıyla çalışmalı hem de bu konuyu enine boyuna konuşmalı. Şimdiden
heyecanlandım.
Sabah uyanmak için yine iki saat önceden ona yakın alarm kurdum. Uyanmalıyım,
yoksa yine Alper’in “Abi biraz öz disiplinin olsun, 6 saat uyku herkese yeter.” sözünü
duyacağım. Sınavlar, Anayasa Hukuku, ev kirası, Uygur meselesi, hakimlik, sevdiğim kız
Sevim, Rusya, Çin, bozulan elektrik süpürgesi diye düşünürken derin hülyalar eşliğinde
uykunun kollarında buldum kendimi. Sabah 8. defa ertelemiş olduğum ve Google’dan huzur
verici alarm sesleri diye aratarak indirdiğim melodiyle uyandım. “Aslında uykudan uyandıran
melodi değil, insanın sorumluluk duygularıdır.” diye bir aforizma çıkıverdi ağzımdan. Bunu
bir ara tivit atmalı, merak uyandırmalı… Bir yandan hazırlanırken bir yandan telefondan
otobüsün saat kaçta geleceğine bakıyorum.
Bugün otobüse tam zamanında yetiştim ancak otobüsten indiğimde buluşmaya çoktan
15 dakika geç kalmıştım bile. Alper huyumu bildiğinden hiç aramamıştı, Kübra ve Deniz ayrı
ayrı aradılar. Kantinde bizimkileri bulduğumda kısa bir selamlaşma sonrası hemen
kütüphaneye geçip yer tuttuk ve kahvaltı yapmak üzere kantine geçtik. Kütüphanede erkenden
yer tutamazsan o gün ömür billah yer bulamazsın. Kahvaltı sırasında Kübra ve Deniz her
zamanki neşesindeydiler. Çıkardıkları ve topladıkları notlarla final dönemine hazır oldukları
anlaşılıyordu. Alper ise bana mı tavırlıydı, yoksa her sabah okumayı ihmal etmediği
gazetesinde gözüne çarpan meselelere mi takılmıştı, anlamadım. Gazeteyi iyice okurken bir
yandan beni süzüyordu. Aklıma aramızdaki bu öz disiplin meselesi açılmadan onun sevdiği
konuları açmak geldi. “Dün” dedim. Devam edemeden Alper de “Dün” diye girdi cümleye: 
-Televizyondaki tartışma programlarına baktınız mı?
Kübra ders aralarında baktığını söyleyerek, 
-Bu programlar çok canımı sıkıyor, sunucular karşıt görüşlü insanları birbirine adeta
küfretmek için konuları olmadık yerlere çekiyor. 
diye ekledi. 
Deniz de Kübra’yı olumlar şekilde,

-Dünün en çok konuşulan konusu, Çin’in Uygur Türklerine yönelik soykırım
iddialarıydı. Konuşmacılar bu konuda epey tartıştılar. Bu konuyu ısıtıp ısıtıp gündeme
getirmeye çalışıyorlar. Onun yanı sıra ‘Türkiye’nin PKK’ya karşı mücadelesinde ABD’yi
karşımıza alırsak biteriz.’ dedi biri. Ona bayağı sinirlendim. Bu insanları yıllardır ‘aydın’ diye
dinlettiriyorlar.
Alper:
-Çin’in Şinciang-Uygur bölgesindeki iddialar, Türkiye’nin Rusya ve Çin ile
yakınlaşmasını engellemek için. Bu iddiaların ABD’nin Türkiye’ye yönelttiği tehditlerle ve
İran’ın önemli liderlerinden Kasım Süleymani’nin ABD saldırısında şehit edilmesiyle elbette
bağlantısı var.
Alper’in bu tarzıyla kendisini dinlettirmeye hazırlandığını anladım. Ama bu sefer hızlı
davranan bendim ve daldım cümleye:
-Dün diyordum, ben programı izleyemedim ama Twitter’da bu iddialar gündem
olmuştu, sanıyorum bu programdan dolayı. Benim de epey canımı sıktı. Meseleyi savunan
insanlardan karşıtlık oluşturmak istemiyorum ama hep trol hesaplardan masumlaştırma
operasyonu dönüyor. Emre Uslu tivit atmış abi, Emre Uslu. Neyse, bu konuyu tartışırız ama
size sormadan bizim üst sınıftan Batuhan’ı bugün öğlen görüşmeye çağırdım. O da sosyal
medyada nerede çekildiği bile belli olmayan işkence video ve fotoğraflarını “Çin yaptı”
diyerek paylaşmış.
Deniz oradan, “Hayrola neden? O, bu konulara duygusal bakıyor sıkıntı olmasın abi”
dedi. Ben de, “Batuhan vatansever bir arkadaştır, bu meseleyi bir de ondan dinleyelim belki
ikna ederiz.” dedim. Alper sözünün kesilmesini unutmuş, Batuhan’la görüşme fikrini
beğenmişti. Kahvaltıyı hızlıca tamamlamamız konusunda gözlerimizle anlaştık, sonra
kütüphanenin yolunu tuttuk. Masaya yerleştikten sonra hepimizin sağdan soldan topladığı ve
kendi tuttuğu notlar ortaya döküldü. Kardeş payı karınca kararınca çalışacaktık. Kübra ve
Deniz’in notları masanın en kıymetlileriydi. Derse kendimizi kaptırdıktan sonra bir baktım ki
öğlen olmuş. Batuhan’ın aramasıyla bizimkilere işaret ettim ve hem öğle yemeği yemek hem
de Batuhan’la sohbet etmek için çıktık.
Batuhan’la yemekhane içinde buluşamayacağımızı kapının önünde merdivenlere kadar
gelen sıradan anladım. ‘Merhaba’laştıktan sonra biz de yemekhane sırasına girdik. Biz
yemekhane yemeklerinin her sene zamlanma orantısıyla kalitesinin düşmesi hakkında
konuşurken Batuhan’ın “Benim bu menşında ne işim var?” der gibi baktığını gördüm. Neyse
ki kendisini fazla tutamadı, bizim üst dönemimiz olduğu için derslerde geçmek için bazı püf
noktalarından bahsediyordu. Yemekhane sırasının bitmesine yakın Batuhan’ın bize bölüm
geçirecek bütün tüyolarını öğrendik.
Yemekler her zaman lezzetli olmuyor ama birkaç saat bizi götürüyordu. Batuhan
yemekleri tepsiye yerleştirirken bombayı patlattı: “Kimsenin Doğu Türkistan’da olanlardan
haberi yok. Orada neler yapıyorlar Türklere? Dün Sovyetler yapıyordu, bugün Çinliler. Hepsi
Türklük ve demokrasi düşmanı. Türkiye, birkaç yıldır Avrasyacılık ayağına Çin’e ve
Rusya’ya yanaşıyor, Doğu Türkistan’a kulak tıkıyor. Bizi de yavaş yavaş böyle yapacaklar.
Somut kanıtlarım var sizlere sunacağım. Yemeğimizi yiyelim çay içerken konuşuruz.”
Deniz ve ben ortamı fazla germemek için bu turda devreye girmemiştik ama diğer
turda neler olacağını heyecanla bekliyordum.
Yemeğimizi yedikten sonra kalktık, tabaklarımızdaki artıkları çöpe, tabaklarımızı da
bulaşık rafına koyduktan sonra kantinin yolunu tuttuk. Sanki stadyumun tünelinden

şampiyonlar ligi müziğiyle sahaya çıkan futbolcular gibiydik. Çayları alır almaz Batuhan en
güvendiği argümanıyla açılışı yapmış oldu:
-Gerçekten anlamıyorum, nasıl bu kadar körü körüne Çin’i, Rusya’yı ve İran’ı
savunabilirsin? Adamlar tıpkı geçmişte yaptıkları gibi Uygurları asimile ediyorlar. Rusya
desen sıcak denizlere inme derdinde. Ee İran malum, hep tarihsel düşmanımız. Hadi onla bir
nebze komşuyuz. Ama Çin öyle değil. Türkçe’yi, Müslümanlığı hatta sakal bırakmayı
yasaklamaları yetmezmiş gibi insanları esir kamplarına götürüp işkence yapıyorlar. Benim
arkadaşımın arkadaşının tanıdığının akrabası orada 30 gün o sizin güzellediğiniz esir
kamplarında kaldı. Zor kaçtı Türkiye’ye. Şimdi oturma izni için kapı kapı dolaşıyor. Ben
gerçekten anlamıyorum bu konuda sizi. Duyarsızlık bir yana, nasıl bu zulmü
destekliyorsunuz? Çin Türkiye’yi de işgal etse zorunluluklar diyerek desteklersiniz herhalde.
Bunun üzerine şöyle cevap verdim:
-Bunda şaşıracak anlamayacak bir şey yok ki Batuhan. Ayrıca burada birbirimizin
vatanseverliğini sorgulamayalım derim. İkimiz de ülkemizin bağımsızlığından yanayız. Bak
ABD ve Batı basını tıpkı Hendek Operasyonları sırasında bize yaptıkları gibi Çin aleyhinde
bir yalan kampanyası başlattı. “Uygurlara işkence” diye bir fotoğraf paylaşıyorlar, Tayvan’da
başka bir yerde çıkıyor. Geçen havaalanından bir fotoğraf paylaştılar, işkence ediliyor diye.
Porno mafyası olduğu ortaya çıktı. O kamplar da senin Twitter’da gördüğün ya da okuduğun
gibi bir şey değil. Benim oraya giden arkadaşlarım var bir bir anlattılar. Ayrıca birçok
gazeteci ve yetkili, heyetler halinde defalarca gittiler. O kamplar gerçekten bir eğitim yuvası
ve orada çoğunlukla adli suçlar işlemiş ya da bir şekilde toplumsal yaşama uyum
sağlayamamış insanlar eğitilip dönüştürülüyor. Hatta geçenlerde bir röportaj izledim, dur sana
da atıyorum şimdi. Kadın kamplarda dil öğrenmiş, meslek öğrenmiş. Şimdi Çin’de
işletmecilik yapıyor. Bir sürü örnek var böyle. Ama sana önerim, bunları kimin yaydığına iyi
bak. HDP’si, FETÖ’süne kadar ABD yanlısı ne kadar insan varsa onlar bu söylentileri
çıkarıyor. Meclis önergesini de HDP verdi hatırlarsan. Ayrıca Rusya ve İran da Cumhuriyet
döneminde hep bizimle müttefik oldular.
Batuhan:
-Abi ne alakası var HDP’yle? HDP, FETÖ, ABD bundan nemalanmaya çalışıyor diye
Uygurlara yapılan zulmü inkâr mı edelim? Sessiz mi kalalım? Ben de biliyorum HDP’nin
terör örgütünün siyasi uzantısı olduğunu ama ortada yanan bir ateş var. Ee ateş olmayan
yerden de duman çıkmaz kardeş. Ya da ABD emperyalist bir ülke. Tamam, kabul. Ama onu
görüp Çin’in emperyalist zulmünü görmeyelim mi yani? Doğu Türkistan’da bir şeyler oluyor
ki ABD bunu kullanıyor. Olmasa kullanmazdı değil mi?
-Olur mu öyle şey Batuhan? ABD’nin geçmişte ne yalan kampanyaları yaptığını
bilmiyor musun? Hatta Irak işgalini geçen derste de konuşmuştuk. Irak’ta nükleer silah var
diye girdiler, sonra ‘Yoktu, kandırdık’ diye açıklama yaptılar. Keza TSK teröre karşı
operasyonlar yürütürken siviller öldürülüyor diye ortalığı ayağa kaldırmaya çalıştılar. Ee
aynısını Çin’e yapıyor, çünkü Çin yükselen Asya’nın ekonomik gücü. ABD ile Çin arasındaki
ticaret savaşları da malum. Ayrıca sen bana Çinci, Rusyacı diyorsun ama sen ülkemizden
bakmıyorsun bu olaya. Şimdi diyelim ki bir hak kaybı yaşanıyor o bölgede. Biz şimdi Çin’le
iyi ilişkiler geliştirerek bu sorunu çözebiliriz ve ABD’yle mücadele ederken Çin gibi bir
müttefike Türkiye’nin ihtiyacı var. Çin’in toprak bütünlüğü, Orta Asya’nın güvenliği demek.
Soydaşlarımızı düşünüyorsan Çin’in toprak bütünlüğünden yana olman gerekir. Bak bu Uygur
yalanlarını yayanlar Türkiye’nin S-400 almasına da bölge ülkeleriyle iş birliği yapmasına,
hatta Doğu Akdeniz’de çıkarlarımızı savunmasına da karşılar. Bunlara kalsa Türkiye
ABD’nin ve Avrupa Birliği’nin hizmetkarı olsun.

Batuhan:
-Rusya’yla İran’la iş birliği yaparak mı savunacağız abi çıkarlarımızı? İkisi de Türkiye
düşse de yiyip bitirsek diye gözlerimizin içine bakıyor, aç kurt gibi. Keza Çin de Doğu
Akdeniz’de. Hani emperyalist değildi Çin, o zaman ne işi var o gemilerin Doğu Akdeniz’de?
Bak Alper, yarın bir gün bunlar anlaşır sonra olan bize olur. Biz bir yere bağlanmadan kendi
başımıza hareket etmeliyiz. Gerektiğinde Uygur zulmüne de sessiz kalmamalı, gerektiğinde
Doğu Akdeniz’deki çıkarlarımızı da savunabilmeliyiz. Çünkü ABD de emperyalist Rusya da
Çin de. Hatta İran da öyle. Kasım Süleymani İran’ın yayılmacı politikalarını güdüyordu.
Kübra, Deniz ve ben birbirimize baktık. Batuhan bunu bütün samimiyetiyle hatta
varlığıyla söylüyordu. Zaten şaşırtıcı olan da buydu. Bu körlük nasıl böyle içimize işledi diye
düşünmeden duramadım. Benim de bazı anlayamadığım yerler vardı elbette. Ancak gerçek,
bütün yüzüyle olmasa da en sıcak haliyle karşımızdaydı. Kapımızda ABD ve onu destekleyen
terör örgütleri vardı. Bir de ona karşı savaşanlar. Kim olursa olsun, ne olursa olsun. İster çıkar
uğruna, ister insanlık uğruna. Neticede başımızdaki bu yedi kollu belaya saldırıyorlardı ya. O
bence yeterli olmalıydı. 
Biraz sakinleşmek için durakladım. Elbette çayımdan bir yudum almayı ihmal
etmeyerek. O esnada Alper de aklından herhalde bir de böyleleri var diye geçiriyordu. Ya da
Batuhan’ın fikirlerinin gerçekten değişeceğine inanmıştı. Ama en çoğu inanmak istiyordu.
Çünkü yaşadıklarından, okuduklarından öğrendiği en önemlisi, her şeyin değişebileceği idi.
Ve şüphesiz o da bu değişimi Batuhan’da görecekti.
O sırada sessizce tartışmayı dinleyen Kübra, bu fırsattan istifade ederek anlatmaya
başladı. Batuhan “Avrasyacı” arkadaşlarından tatmin edici bir cevap mı bekliyordu, yoksa
bütün sinirini boşaltmak mı istiyordu, henüz ortaya çıkmamıştı.
Kübra:
-Ya Batuhan sen her şeyi tepe taklak ediyorsun. Bak bence sorunların çözümüne
nereden başlayacağını bilmiyorsun. Ve güç dengelerinin değiştiğine de inanamıyorsun. O
yüzden de içinde yaşadığımız süreci yanlış keşfediyorsun. Bak senin güttüğün bütün
hassasiyetler ve kaygılar bizlerde de var. Hatta bütün gençlerde var. Ama bütün güç dengeleri
değişti. Eskiden ABD tek hakimdi şimdi ise çok kutuplu bir yapı var. Çin’i, Rusya’sı ayrı,
İran’ı ayrı biz ayrıyız. Avrupa Birliği bile ayrı. ABD ile Almanya ticaret savaşı yapıyor şu
anda. Bak bu çok kutupluluk bir sürü de çelişki getiriyor. Ancak bu çelişkiler bir ana damarda
birleşiyor. O da belli, ulusal güvenliğin ABD ve onun desteklediği terör örgütleri tarafından
tehdit edilmesi, etnik ve mezhepsel kışkırtmaların yapılması. Şimdi bizim ülkemizi
düşünürsek kim PKK’yı, FETÖ’yü destekliyor? ABD ve İsrail değil mi?
“Evet” dedi Batuhan, konuşmanın nereye gideceğini biraz olsun hesap ederek.
-Peki kim Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi hedef alıyor? Yine ABD ve İsrail. Yani ABD
ve İsrail bizim can düşmanımız öyle mi?
-Evet, öyle.
Peki Batuhan, Kasım Süleymani’yi kim öldürdü?
-ABD.
-Peki, ABD Pasifik’te kimle savaşıyor ve ticaret savaşı yapıyor?
-Çin’le yapıyor, kimle yapacak başka.
-Peki, Rusya’ya karşı Gürcistan’da ve Baltık’ta asker yerleştiren kim? Bak bunu
bilirsin, geçen senle haritadan da bakmıştık yabancı kaynakları tararken.

-Evet hatırlıyorum, NATO oraya fazladan asker ve füze savunma sistemi yığmıştı.
Buradan nereye bağlayacaksın ben asıl onu merak ediyorum?
-Yanisi şu Batuhan: Şimdi bize karşı PKK’yı ve FETÖ’yü süren, Çin’e karşı
kışkırtmalar yapan, ticaret savaşları yapan, İran’a karşı suikast yapan ve Doğu Akdeniz’de
sadece Türkiye’yi de değil tüm bölgeyi hedef alan ABD ve İsrail. Ee öyleyse bizim ortak
tehdide karşı ortak mücadele etmemiz gerekmez mi?
-İyi de mesela Rusya da PYD’yi PKK’yı destekliyor. Ona sayısız silah verdi. Yapılan
operasyonlar da çıktı hatta. Ya da Beşar Esad, PKK ile sürekli iş birliği yapıyor. Şimdi
bunlarla biz müttefik mi olalım yani? Arkamızdan hançerler bunlar bizi.
-Biz kendimize güvenmezsek kimseye kalmadan içimizdeki hainler hançerler bizi.
Onların yaptığı hataların olduğu dönemi, iktidarda FETÖ’nün olduğunu biliyorsun sen de. Biz
mevzide sağlam durursak ne Rusya ne Çin bizim karşımızda değil, yanımızda yer alır. Dünya
değişti, Türkiye de değişti. Devletler arasında çıkar ilişkisi herkes için geçerli ama bizim
bölgemizdeki ülkeler için birer zorunluluk. Rusya, ayakta kalmak istiyorsa Türkiye ile birlikte
hareket etmeli. Çin’in İpek Yolu projesinin başarısı Türkiye dostluğunda. Bize düşen görev,
dün olduğu gibi dostumuza komşumuza güç kaybettirmek mi? Yoksa bağımsız Türkiye’yi
Avrasya’da kurmak mı?
-Ben Amerikancı değilim, bize düşen görev Türklük düşmanlarıyla birlikte olmamak.
Rusya ve Çin ebedi düşmanlarımız değil mi? NATO’yu onlara tercih ederim.
Kübra’nın bu çıkışı Batuhan’ı daha kesin yanıtlar vermeye itiyordu. NATO’yu tercih
edeceğini duyan Deniz araya girerek:
-Abi yuh ama ya! NATO daha geçen sene Cumhurbaşkanı’nı ve Atatürk’ü hedef
tahtasına koymadı mı? Sen de kör karşıtlık yok mu şimdi? Seni anlayamıyorum artık.
Bu sözlerin Batuhan’ı düşündürdüğü belli oluyordu, saatine daha sık bakmaya
başlamıştı.
-Benim anladığım burada Çin’i ve Rusya’yı savunan yok, diye girdi söze Alper. Daha
doğrusu, kimse Türkiye’nin çıkarı dışında Çin’i ve Rusya’yı savunmuyor. Bu çıkarın ölçütü
hepimizin belki de en çok önemsediği bağımsızlık olgusu. ABD bugün bizi tehdit ettiğinde
ortaksak, bu ülkelerin karşıtlığıyla kurulabilecek dostluğa da ihtiyacımız vardır. Bugün dünya
böyle bir yer Batuhan. Ben Work and Travel’e gittiğimde Batı medyasındaki Türkiye algısını
çok iyi gördüm. Bana acıyarak bakıyorlardı abi. 10 sene önce Avrupa Birliği’ne girme
hazırlığındaki Türkiye, ne istiyorlarsa yapıyordu. Şimdi yapmıyor, en kötü biz olduk.
Alper’in sözleri sonrasında herkes birbirine baktı ve bu tartışmanın kendiliğinden bir
yere artık bağlandığını herkes anlamış gibiydi. Batuhan sessizleşmişti. Buluşmayı ayarlayan
kişi olarak konuyu ben kapatmalıydım:
-Valla arkadaşlar, öyle bir bölgede yaşıyoruz ki hep uyanık olmak zorundayız.
Sabahtan beri bir delinin kuyuya taş atmasıyla ortaya çıkmış yalanları konuşuyoruz işte.
Adamlar nelerle neleri hesap ederek uydurdukları yalanlarla, şu masada oturan gençleri
ayrıştırmaya çalışıyor. Yalan abi bir kere, bununla mı bölünelim? Tabii ki farklı düşüneceğiz.
Ortada işte her şey. Yani Türkiye’nin ve dünyanın durumu. Kim niye dostumuz, kim neden
düşmanımız? Batuhan kardeşim, sen de bundan sonra biraz daha dikkatli ol, birbirimizi
uyaralım, sazan gibi düşmeyelim.
Batuhan, “Ben tam olarak düşünmüyorum ama hak verdiğim yanlar var. İnanmamak
lazım her şeye.” Bu cümle sabahtan beri belki de duymak istediğimiz cümleydi. Saat epey
ilerlemiş, kütüphanede işgal ettiğimiz sandalyeler bile bize garip bakabilirdi. Artık
kalkmalıydık. Batuhan’a ayıp olmasın diye beklerken o hamle yaptı: “Benim gitmem gerekli

ama size atacağım birkaç video ve haber var onlara bakın. Sınavlardan sonra tekrar oturalım”
dedi, el salladı ve gitti. Batuhan gittikten sonra çaylarımızı kahvelerimizi almaya gittik.
Kütüphaneye giderken dün geceden beri kafamı kurcalayan bir meseleyi Sherlock Holmes
gibi çözmüş hissediyordum. Aynı performansı da artık saatlerin kaldığı sınavlarda göstermek
dileğiyle…

Anıl Eren Yıldız
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği