Kapak dosyamız “karşıtlık” olunca aydını ve gençliği etkileyen düşünsel iklimi mercek altına almamak olmazdı. Bugün Türkiye’de hükümete muhalif birkaç güzel söz söyleyene “aydın” payesi yakıştırılıyor neredeyse. Böyle olunca tartışma kalmıyor, fikirler sloganlaşıyor ve sığlaşıyor. Sosyal medyanın sanal atmosferi de bunu besliyor. Oysa aydın çok daha derinlikli bir olgu. Gençlik de fikri çoraklaştıran ve suni ayrımlar yaratan bu deli gömleğine sığmıyor artık. Gençliğin gözünden aydın ve muhaliflik ilişkisini Aydınlık gazetesi yazarı Gaffar Yakınca’ya sorduk. Kendisi uzun zamandır aydın, kültür, kültür emperyalizmi konularında köşe yazılarıyla bizleri aydınlatıyor. Söyleşimizin de ufuk açıcı olacağını umuyoruz.
AYDINLIK, MUHALİFLİĞE İNDİRGENEMEZ
Kırmızı Beyaz: Son dönemde “aydın” dediğimiz şey “karşıt olan, muhalif olan” ile özdeşleştirildi. Böyle mi sizce, aydın insan muhalif insan mı demek?
Gaffar Yakınca: Bu düşüncenin kökeninde 1960-70’lerin Avrupa geleneğinden dünyaya yayılan düşünce ve devrim hareketleri var. O dönem tüm dünya devrimci hareketlerle sarsılıyordu. Özellikle Jean-Paul Sartre aydının muhalif ve devlet karşıtı olduğunu söylüyor. Sartre ve onun temsil ettiği aydınlar kuşağı da aydın olmayı kahvede kitap okumak ya da odasında yazıp çizmekten ibaret görmeyen, o çağın sorumluluğunu ve temsil ettiği sınıfın sorumluluğunu üstlenen, büyük fedakarlıklar yapmayı göze alan bir kuşaktır. O dönemde aydınlar pozisyon almak zorunda kalıyorlar. Bugün olduğu gibi kaçabilecekleri, inzivaya çekilebilecekler rezervler yoktu. Özellikle ana savaş sahnesi olan Avrupa’da, aydın muhitinde doğrudan müdahaleler var. Nereden biliyoruz? Kitapları yazıldı, Saunders’in Parayı Verdi Düdüğü Çaldı kitabında anlattığı gibi CIA parasıyla kitaplar çıkarıldı. “Aydın muhalif olandır” dediğinizde zaten kategorik olarak sorunların ötesinde kalabilecek alanlarda, kum havuzunda oynamayı tercih ettiğinizde düşmana hizmet etmiş oluyorsunuz.
Kırmızı Beyaz: Yani bitaraf olan bertaraf olur anlayışı var.
Gaffar Yakınca: O günün sıcak ortamı için bu geçerli. Ama aydın olmak esasında sadece muhalefetle tanımlanamaz, buna indirgenemez. Temel yanılgı şudur bizde, “bir kişi aydınsa o zaman aydınlatmakla görevli” gibi bir bakış var. Hayır, öyle bir görevi olmayabilir. Aydınlara bu görevi verseniz de o bunu kabul etmeyebilir. Eski dilimizde “münevver” diye geçer. Münevver saltık anlamıyla baktığımızda düşünceyi üretebilen kişidir. Ürettiği düşünce insanlığa faydalı mıdır değil midir, devrimci sürecin önünü açar mı açmaz mı sorularına bakarak kişiye aydın ya da değil dediğinizde yanılırsınız. Mesela biz “aydın ihaneti” kavramını tartışıyoruz, o zaman “ihanet ettiyse aydın değil, neyini tartışıyorsunuz?” deyip geçebilirler. Aydın muhalif olmak zorunda değildir. Sanatçı da değildir. İktidarın dizinin dibinde büyük entelektüeller yetişmiştir. Bizim coğrafyamızdan örnek vereyim, Rumi, Mevlâna… Anadolu’muzun, Doğu düşüncesinin en büyük ufuklarındandır. Aydın muhalif olacak dediğiniz anda devleti o sorumluluktan müstesna tutarsınız.
AYDIN İLE AYDIN OLMAYAN ARASINDA FARK KALMADI
Kırmızı Beyaz: Türkiye’de aydının bu şekilde muhalifliğe sıkıştırılması yeni bir durum mu?
Gaffar Yakınca: Aydın, düşünce üreten kişidir dedik ama düşünce herhangi bir düşünce değil, eleştirel düşünce. İşkembeden üretilen fikir değil yani; bir kriter veya kriterler setine dayanarak olgulara, hayata yaklaşmak. Ve eleştirel düşünce, ters soruları sorabilmektir, dolayısıyla bir karşı duruştur aslında. Ama neye karşı? Olguya, mefhuma karşı duruştur. Devlete, iktidara vesaireye karşı değil.
Aydınlar düşünce üretimi faaliyetleri kadar, hatta bazen onu gölgede bırakacak kadar başka mecralarda görülmeye başlanınca, televizyonda internette vesaire, oralarda görünen aydın olmayan bazı kimseler de kendine aydın olma vasfını addederler. Mesela toplumda en çok kime güveniyorsunuz anketi yapılıyor, ilk on isim televizyona çıkan kişiler çıkıyor. Acun Ilıcalı var mesela. Aydınlarla aydın olmayanlar ile mesafe kapandı, bunlar hercümerç oldular.
Bir de Türkiye’de mesele, problematik değişti. Türkiye’nin problemi nedir? Türkiye’nin üretim problemi, gençlerin iş bulma problemi vardır. Isparta’da bir gül üretimi sorunu vardır, İstanbul’un bir varoşunda çöp toplama problemi vardır. Bunlar gerçek problemlerdir. Şimdi bütün bu problemlerin üzerine tek bir problem örtüldü, Recep Tayyip Erdoğan problemi. Bu ülkenin “aydınları”, yemeden içmeden kesildiler. Daha doğrusu yemeden kesildiler, içmeden kesilmediler. Şimdi bu obsesyon etrafında hiçbir varlık sağlıklı düşünce ve duygu üretemez.
Kırmızı Beyaz: Önceki dönemlerle de kıyaslarsak bugünkü karşıtlık iklimini nasıl değerlendirirsiniz?
Gaffar Yakınca: Herkesin sabahtan akşama kadar politika konuştuğu, aydınların, yazar-çizer takımının da bu işin başını çektiği bir dünyada gençler açısından bu bıktırıcı ve yorucu bir şeye dönüşür. Fakat bu köhnemiş kafanın artık bir yere gitmeyeceğini gören ya da onlarda bir umut görmeyen gençler alışıldık bilgi süreçlerinden koptular. İkiye ayrıldı kopanlar: Bilgiden tamamen kopanlar ve kaçmak isteyenler, her dönemde var bunlardan. İşte bilgisayar oyunuyla vaktini geçirdi, televizyon dizisi izledi. Bir de gerçekten bilgiyi arayanlar var. Onlar gerçekten de kendi alternatiflerini yaratmaya çalıştılar. Dolayısıyla ben özel olarak gençlere baktığımda gelişmeleri olumlu buluyorum. Fırsatları da çok yüksek buluyorum, çünkü tam da bugün bu kadar keskinleşen bugün bu kadar politize olan yazar takımını, bundan 20-30 yıl önce Türkiye’ye yaptığı kötülük şuydu, biz ve onlar diye Türkiye’yi ayırıyorlardı.
GENÇLER KENDİLERİNE DAYATILAN REÇETEYİ REDDEDİYOR
Kırmızı Beyaz: Yani bugünkü 17 yıllık iktidara has bir durum değil?
Gaffar Yakınca: Tabii ki. İktidarın özelliği, yükünün ağır olması. Yoksa onun ötesinde Türkiye’nin genel sorunuydu bu fakat bugün aydın zannedilen kişilerin toplum nezdinde itibarlarının düşmesi gençleri birbirine yaklaşmasına itti. Geçmişin doğruları da yıkıldı. Geçmişte milliyetçiler vardı, İslamcılar vardı, solcular, devrimciler, komünistler şunlar bunlar vardı. Gençler kendilerine verilen o reçeteyle ilerleyemediklerini gördü.
Kitaplarının satıldığına bakmayın, isimlerinin çok duyulduğuna bakmayın. İleride, bundan on yıl sonrasında onlardan bir şey kalmayacak. Tarihe baktığımızda toplumların yaşamında her kriz zamanı mutlaka fırsatlarla gelir. Bizim geleneksel tabirimizle, Allah bir kapıyı kapatır öbürünü açar.
Diyarbakırʼda analar çocukları için mücadele ediyorlar. Net bir sorun, yakıcı bir sorun. Gençler bütün imkansızlıklarına rağmen harçlıklarını belki biriktirip, hiç akla hayale gelmeyecek güçlüklere katlanarak Diyarbakırʼa gidiyorlar. O analara destek vermek için. O sorumluluğu taşıyorlar. Öte yandan milyonlarca takipçisi var adamın, işte orada, imza günlerinde oradan oraya koşturuyor ama bir zahmet anaların adını bile anmıyor. Hiç merak etmeyin o kapılar kapanıyor, çünkü başka kapılar açılıyor. Türkiye böyle bir geçiş döneminde.
TÜRK MİLLETİ YENİDEN MİLLET OLDUĞUNUN FARKINA VARDI
Kırmızı Beyaz: Gençlik bu iklime rağmen memleket meseleleri gibi önemli konularda kalıplarını yıkıyor ve çok rahat bir araya geliyor. Bu tablo ne anlatıyor bize?
Gaffar Yakınca: Birincisi biz bir Doğu toplumuyuz ve Türkʼüz. Bir gözlem olarak söylüyorum, sosyolojik anlamda bizim genetiğimiz kamplaşmaya müsaittir, bunu severiz, taraf oluruz, bu hoşumuza giden bir şey bizim. Yani konu, işte efendim, menemenin soğanlı soğansız olması gibi bir şey olsa da biz yine taraf oluruz. Bir defa bundan korkmamak lazım. Bu o kadar ciddi bir konu değil. Özellikle sosyal medyanın etkin olduğu bir dünyada o taraflık dediğiniz şeyler sabun köpüğü gibi sabahtan akşama kadar gelip geçiyor.
İkincisi, Türkiyeʼde şöyle olumlu anlamda şöyle bir taraflaşma gerçekleşti. Türk milleti yeniden millet olduğunun farkına vardı. Milletler ne zaman millet olduklarının farkına varırlar? Durup dururken ben milletim, bayrağım var, marşım var demezler. Bir yok olma kriziyle karşılaştığında feryat eder: “Ben bir milletim.” der.
Osmanlı son dönemde entelektüellerinin yazıp çizdiklerine bakarsanız, işte efendim Ziya Gökalplere, Ömer Seyfettinlere, Yusuf Akçuralara bakarsanız, davanın aslında bir varlık yokluk davası olduğunu, millet olarak hayatta var olup olmama davası olduğunu görürsünüz. Mustafa Kemal düşünsel olarak onların mirasçısı. Bu milletin önüne düştü ve o bozgundan o tabutun içinden bu milleti çıkarttı. Şimdi Ergenekon-Balyozʼla Amerika bir tabut daha koydu. O tabutun içine Türk milletini yerleştirdi. İşte Ergenekon bir çivi, Balyoz da son çiviyi çakacaktı. Millet onu kırdı attı. Silivri’nin duvarlarını kim yıktı? TGB de var işin içinde, başında, ama yıkan millettir. Siz milletin çocuklarısınız çünkü.
TGB’NİN FIRAT ÇAKIROĞLU İLE OMUZ OMUZA YÜRÜMESİ TARAFLAŞMA DEĞİL, BİRLEŞMEDİR
Eski düşünce size bazı zahirler, gerçekte olmayan kamplar, gerçekte olmayan bazı ayrımlar, ayrılıklar vazetmişti. Şimdi siz yeniden bir araya toplanıyorsunuz. Bu milletin çok aktif olan güçleri var. İşte TGB onlardan biri, zinde bir güç. Diyarbakır analarıyla ilgili eylemleri takip ediyorum, üniversite gençliğinin yaptığı faaliyetleri takip ediyorum. Biz ODTÜʼnün nereden nereye geldiğini gözlerimizle gördük, Boğaziçiʼnin nereden nereye geldiğini gördük, Ege Üniversitesiʼnin nereden nereye geldiğini, İzmirʼdeki okulların nereden nereye geldiğini gördük. Allah rahmet eylesin Fırat Çakıroğluʼnun arkadaşlarıyla TGBʼli gençler omuz omuza yürüdüler. Bu taraflaşma değildir, bu birleşmedir. Öbür tarafta size karşı taraf olan birileri varsa o küçük bir azınlıktır o, esamisi olmayan bir şey.
SORUMLULUK MİLLETE KARŞI OLMAZSA MUHALEFET YIKICI OLUR
Kırmızı Beyaz: Yıkıcı ve yapıcı muhalefetin kıstası nedir ve bugün bu iki yaklaşımdan birine sahip olmanın arkasındaki sebep ne olabilir?
Gaffar Yakınca: Siyasetçilerin önce millete karşı sorumlulukları olması gerekir. Aydın için de bu geçerlidir. Eğer kıbleniz milletse siz, muhalefetin yanında sert muhalif de olsanız, iktidarın yanında onu destekleyen de olsanız, ne olursanız olun sorumluluğunuzu millete karşı sorumluluk olarak tayin ettiyseniz hiçbir zaman yıkıcı hale gelmezsiniz. Yıkıcılığın, yapıcılığın bir defa temeli budur, millete karşı sorumluluktur. Başka hiçbir kriteri yoktur.
Yıkıcıdan kastımız iktidarı yıkmak değil. İktidarlar yıkılır yerine yenisi kurulur. İktidarı yıkmak başka bir şeydir. Millete kast etmek, milleti yıkmak, o milletin en önemli kalkanı olan devleti yıkmak, o devletin en önemli parçaları, uzuvları olan kurumlarını yıkmak, TSKʼyı, yargıyı yıkmak, bunlara düşmanlık etmek yıkıcılıktır. Yıkıcı muhalefet budur. Bunun tek izahı var. Siz siyaseti hangi sorumluluk dairesi içerisinde yapıyorsunuz? Millete karşı sorumlu olmak, aynı zamanda insanlığa karşı sorumlu olmaktır. Siz sorumluluk dairenizi böyle tayin ediyorsanız o zaman yıkıcı hale gelmezsiniz.
SADECE İKTİDAR KARŞITI OLURSANIZ HAİNLERLE DE BİRLEŞİRSİNİZ
Ne pahasına olursa olsun iktidara geleceğim dediğiniz anda zaten millete karşı sorumluluktan kendinizi azat edersiniz. Bugün Türkiye’de büyük muhalefet partilerinde bu anlayış hâkim. Tabi bunun başını CHP çekiyor. Bir terör örgütünün uzantısı olan bir siyasi parti var: HDP. Herkesin bildiği, bizler, sizler hariç kimsenin söylemeye cesaret edemediği bir gerçek bu. Ana muhalefet partisi, iktidara karşı bir tahkimat oluşturabilmek için bunlarla yan yana geliyor. MHPʼden ayrılan milliyetçi olduğunu iddia eden bir parti var. O da onların yanına geliyor. Bu yıkıcılıktır. Başka bir şey değil. Yani yıkıcı olmalarının sebebi Recep Tayyip Erdoğanʼa muhalif olmaları değil. Yıkıcı olmalarının sebebi bu teröristlerle, bu bölücülerle yani milletin canına, kanına, ırzına, namusuna her şeyine tasallut eden bu hainlerle yan yana gelmeleri. Onla yan yana geldiğiniz anda siz evet hala muhalifsiniz. Muhalifsiniz ama yıkıcısınız siz. Bugün görülen şey de bu.
SOSYAL MEDYA GÜNDELİK YAŞAMI SANILDIĞI KADAR ETKİLEMİYOR
Kırmızı Beyaz: Bugünkü karşıtlık ikliminin ve muhalefet kültürünün şekillenmesinde “bilgi çağının” ve sosyal medyanın nasıl bir etkisi oldu diyebiliriz?
Gaffar Yakınca: Sosyal medya denen fenomen, bu olgu, malumatın hızlı yayılmasına yol açıyor ama anlamın, bilginin yayılması anlamına gelmiyor. Birincisi bu. İkincisi, sosyal medya bize pesonalar geliştirme imkânı veriyor. Yani siz gerçek yaşamda olduğunuz gibi davranmayabilirsiniz sosyal medyada. Bu bir olanaktır. Bunu daha korunaklı bir alan olarak görebilirsiniz. Hatta orasını düşüncenizi geliştiren bir avantaj haline de çevirebilirsiniz. Bu kategorik olarak kötüdür demiyorum. Ama bu aynı zaman da radikal olan düşünce, uçta olan düşünce, yadırga olan düşüncenin çok hızlı yayılması anlamına geliyor.
Gerçek genelde ağır ve derin bir şeydir. Kolay kolay tutamazsınız. Ama slogan kabuktur. Ben gündelik yaşam pratiklerini, sandığımız kadar etkilemediğini düşünüyorum. Türkiye’de insanların topluca bulunduğu yerlerde kulak misafiri olduğumda, farklı fikirlilere mensup olan insanların hiç de sosyal medyadaki gibi keskin konuşmadığını görüyorum. Gerçek yaşam öyle yürümüyor. Belki biraz da insanların deşarj olduğu bir yer. Kendileri de söylediklerine çok fazla inanmıyor olabilirler.
KARAMSAR ÜSLUP ŞNORKELDİR, MİLLİ FİKİRLER İSE OKSİJEN TÜPÜ
Kırmızı Beyaz: Sosyal medyada esprilerde bile karamsarlık, sinizm diyebileceğimiz duyguları öne çıkartan bir dil hâkim. Bunun arkasında bir yönlendirme mi var, yoksa mevcut iklimin doğal sonucu mu sizce?
Gaffar Yakınca: 12 Eylül olduktan 2 yıl sonra 1982’de devrimciler başarısız olduklarını öğrendikten sonra barlarda takılmaya başladılar. Bozguna uğramışlardı çünkü. Bu çocuklar da bunun benzerini sosyal medyaya atarak kendilerini orada teselli olmaya çalıştılar.
Sizin milletiniz için doğru bulduğunuz kriterlerle ayrı bir kutup inşa etmeniz lazım. Sosyal medyada veya birçok yerde ama özellikle gerçek hayatta. Nedir o diyecek olursanız, çok zekice, çok komik, bir milyon etkileşimler popülermiş gibi geliyor ama bakın işte televizyonda bir genç İstiklal Marşı’nın 10 kıtasını okuyunca da milyonlarca tepki alıyoruz. Gençler İstiklal Marşı’nın 10 kıtasından bir tweet atıyorlar mı, atıyorlar. Belki daha az ama yapıyorlar. Ömer Seyfeddin’den alıntı yapıyorlar mı, yapıyorlar. Nazım Hikmet’in en hür duygularla yazdığı şiirleri paylaşıyorlar mı, paylaşıyorlar. Gençler de buraya baktıklarında bir kere kendi içlerindeki gücü keşfederler. Şimdi yapılması gereken sadece doğru kutbu işaret etmek. Eminim gençlik o yöne evrilir. Gençliğin tamamı yönelir mi? Yönelmez çünkü bazısı gidecek vücut geliştirecek, bazısı okey oynayacak, bazısı da aerobik yapacak. Ama düşünen gençler, çığır açmak isteyen gençler, milleti ileri taşımak isteyen gençler, tarihsel sorumluluğun bilincinde olan gençler ya da çabalayan gençler burada bir sürü olanak var.
O karamsar dil ve aşılması gereken çok basit bir engel. Üslup, dilin biçimi, zarfıdır. Sizi bir noktaya taşır. Şnorkel gibidir. Şnorkelle birkaç santim gidersin, diyelim nefesiniz kuvvetli ise 3 metre gidersin. 6 metre gidemezsin. Üslup sizi oraya kadar götürür ama düşünce, ideoloji, fikriyat adına ne derseniz deyin o sizi 40, 50 belki 80 metreye götürür. Büyük oksijen kaynağı gibidir. Bir insan şnorkelle dalsın, tadına baksın, muhalif olsun, sorun yok. Başkaldırsın, bir fikri temsil ettiğini düşünsün, bunun tadını alsın ve sonra deyin ki burada bir de 16 kg’lık oksijen tüpü var. Muhtemelen oraya yönelir.
GERÇEK MESELELER UĞRUNA MÜCADELE EDEN GENÇLİK BÜYÜR, TGB BUNU YAPIYOR
Kırmızı Beyaz: Türkiye Gençlik Birliği muhalefeti ve karşıtlığı değil, ülkenin ihtiyaçlarını ve birliğini önceliyor. Bunu bir bakıma gençlik içinde tek başına yapıyor. Nasıl görüyorsunuz?
Gaffar Yakınca: Bu tür hareketler kahramanca bir çabadır. Biraz kellenizi koltuğa alırsınız ve büyük fedakarlıklar yaparsınız. Yıllarca sağcılar için de solcular için de böyle oldu. Memleketine, milletine hizmet etmek isteyen gençler o riskleri göze alarak yürüdü. Milliyetçi olsun, İslamcı olsun millet davasına sahip kişi delidir. Bu deliliği biz olumlu yorumlarız.
Bir süre sonra ise işe git gel, maç izle, evde vakit geçir, hiçbir riske girme… Orada dünya nimetleri dururken mücadele etmekte, evet, bir kahramanlık gizlidir. İrili ufaklı kahramanlar, milleti onlar yaşatır.
Ordumuz şimdi Fırat’ın doğusuna geçecek. O ordunun en önde yürüyen insanları var. İşte bu kahramanlıktır. Şehit olduktan sonra paranın pulun bir anlamı kalmaz. Tabii hiçbir sorun çılgınlıkla çözülmez, akılla çözülür. Mühim olan kahramanca yaşamak ve kahramanca ölmektir, ait olduğun millete olabildiğince hizmet etmektir.
Meseleleriniz gerçek olmadığı zaman küçülürsünüz, kabuklaşırsınız. Türkiye’nin irili ufaklı sol örgütleri kabuğa dönüştü. Neden? Çünkü toplumun gerçek meseleleriyle ilgilenmediler, sırtlarını döndüler. Diyarbakır’daki analar gençliğin sorunudur. Bir Türk genci kendisiyle aynı yaşta olan bir arkadaşının bir terör örgütü tarafından kaçırılmasına duyarsız kalamaz. Çünkü bu gerçek bir sorundur. Türk genci bu sorunun üzerine gittiğinde Türk milleti o genci bağrına basar ve büyür.
Gerçek olmayan mesele nedir? Erdoğan’ın iktidarda olması gençliğin gerçek bir meselesi değildir, bu suni bir meseledir. Erdoğan olmasa başka kişiler olur. Çünkü devlet bir kurumdur, icat değildir. Ama gençliğin barınma, eğitim sorunu gerçek bir sorundur. Gençliğin kültürel faaliyetlere katılamama sorunu, uyuşturucu sorunu, emperyalizm tarafından pompalanan yozlaşmış kültür sorunu… Bunları ele alan bir örgüt büyür. Gençliğin ihtiyaçlarına yanıt verir. Bu örgütün içinden çelik gibi gençler çıkar.
TGB bu sorumluluğu üzerinde taşıyor. Anadolu’nun her yerinde namuslu düzgün ülkeye hizmet etmek isteyen gençler var. Bizim işimiz de o gençlere ulaşmak ve TGB’ye destek olmak…
Röportaj: Işıkgün Akfırat, Naci Önenköprülü, Görkem Gözet
Yorum Yap