Gençlik içinde tabiri caizse “yurtdışına kapak atmak” diye ifade edilen, mezun olunca
yurtdışına yerleşme isteği günümüzde çok tartışılan bir konu. Batı’daki toplumsal sıkıntıların
dışarıya yansıtılmaması ve oranın hala “rüyalar ülkesi” olarak sunulması pek çok genci
cezbediyor. Fakat gerçekler öyle mi? Batı hala “rüyalar ülkesi” mi? “Yurtdışına kapağı
atmak” sanıldığı kadar kolay mı ve kapağı attık diyelim, hayatımız kurtulacak mı? ODTÜ
öğretim görevlisi ve Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Yıldırım Koç’la tam da bu
meseleyi konuştuk. Sayın Koç, yurtdışında 30 ülkeyi çalışmaları dolayısıyla gezmiş ve
gözlemler yapmış birisi. Bu röportajın, yurtdışına kapağı atmakla ilgili ezberleri bozacağını ve
kafanızdaki soru işaretlerini gidermeye katkı sunacağını umuyoruz. İyi okumalar dileriz.
‘TÜRKİYE’DE BULAMADIĞIMI YURT DIŞINDA BULURUM DİYENLER HAYAL
PEŞİNDE KOŞUYOR’
Kırmızı Beyaz: Türk gençliğinin bir kısmının içinde “yurtdışına kapağı atma” isteğinin
olduğunu söylemek yanlış olmaz. Peki bu isteği hazırlayan toplumsal ve ideolojik
atmosfer nedir?
Yıldırım Koç: Birincisi, Türkiye ekonomisi ciddi bir kriz yaşıyor. Bu kriz giderek
derinleşiyor. Eskiden gençler arasında işsizlik vardı ama genellikle eğitim görmemiş kitle için
geçerliydi. Ben üniversiteyi 1973’te bitirdim. Bizim dönemimizde bütün üniversitelerde 173
bin öğrenci vardı, şimdi 7 buçuk milyon öğrenci var. Eskiden liseyi hatta üniversiteyi
bitirmeyen gencin yurtdışı diye bir seçeneği yoktu. Yabancı dil bilgisi çok azdı. Şimdi de çok
değil ama herkes bildiğini zannediyor tabii. Şimdi üniversiteyi bitirenler arasında işsizlik
yaygınlaştıkça ve internet ve akıllı telefonlar aracılığıyla dışarıdaki koşulları daha iyi
öğrendiklerinde birçok insan zannediyor ki dışarıda kollarını açmış, onları bekleyen işverenler
var. “Gidebilirim” diyor, giderse orada kendini yabancı dil biliyor olarak kabul ediyor.
“Benim için seçenek olabilir, burada üniversite diplomam olmasına rağmen iş bulamıyorum.
Eğitim gördüğüm alanda iş bulamamayı bırak, herhangi bir iş bulamıyorum. Dışarıda ücretler
de yüksek, diğer sosyal haklar da daha ileri. Dışarıya kapağı atarsam, geçmişte üniversite
mezunlarının Türkiye’de kavuştuğu koşullara ben dışarıda kavuşurum.” Böyle bir hayal
peşinde koşuyorlar.
‘BATI’DA YALNIZLIK VE SEVGİSİZLİK HAD SAFHADA’
Kırmızı Beyaz: Yurtdışına yerleşmeye dair talepler daha çok Batı ülkelerine yani
Avrupa, ABD ve Kanada şeklinde kendini gösteriyor. Bu ülkelerdeki kültür ve koşullar
nasıldır? Bir Türk genci için orada yaşamanın getirecekleri nelerdir?
Yıldırım Koç: Bir kere, çok farklı toplumsal ilişkiler söz konusu. Oralarda, kapitalizmin daha
ileri aşamalarında olunmasına bağlı olarak insanlar çok daha bencil, çok daha bireyci, çok
daha yalnız. Onun ötesinde, toplumsal dayanışma da çok geri, yalnızlar. Müthiş bir tüketim
çılgınlığı var, ona kapılıyorlar. Türkiye’de hala büyük ölçüde kaybolmuş olsa da bir dostluk,
arkadaşlık, komşu hatırı, aile içi dayanışma gibi olgular geçerli.
Ben özellikle Avrupa ülkelerini daha iyi biliyorum, ABD’ye bir kez gittim. Kanada’da çok
yakın bir aile dostumuz var, 35 yıldır orada yaşıyorlar, geldiklerinde onların anlattıklarından
Kanada’yı biliyorum. Avrupa ülkelerinde, özellikle refah seviyesinin daha yüksek olduğunun
belirtildiği İskandinav ülkelerinde müthiş bir yalnızlık var. Alman usulü denilen şey vardır ya,
herkesin parası ayrıdır, çocuklar belli bir yaşa geldiğinde onlardan aile bütçesine katkı istenir.
Avrupa Komisyonu’nun yaptığı bir araştırma vardı. Doğan çocukların yarıdan fazlası tek
ebeveynli, evlenmemiş ailelere doğuyorlardı. Yani bir aile sevgisi, aile dayanışması, sıkıntıya
düştüklerinde sırtlarını dayayabilecekleri bir aile ortamı yok oradaki insanlarda. Uyuşturucu
çok yaygın, alkolizm çok yaygın. Kedi köpek besleyerek yalnızlığını o şekilde gidermeye
çalışanlar var. Mecbur kalmadıkça anne babasıyla bile görüşmüyorlar genellikle belli bir
yaştan sonra.
‘AVRUPALI GENÇLERİN KAYBETTİĞİ HUZUR, BİZİM GELENEKSEL İLİŞKİLERİMİZDE VAR’
Bunlar bizim kültürümüze, yetiştirildiğimiz ortama çok yabancı davranış kalıpları. Ben,
burada yaşam standardım Batı kadar olmasa bile aile içi dayanışmayla daha huzurlu
yaşanabileceğini düşünüyorum. Burada huzur olayı çok önemli, huzurun dayanaklarından biri
de teklifsiz bir şekilde birinin kapısını çalıp “ben geldim” diyebiliyor musunuz? Oralarda
diyemiyorsunuz. Burada komşunuz vardır, komşuluk ilişkileri de gerilemiş olmasına rağmen
belirli biçimde dayanışmaları yaşayabilirsiniz. Hiç tanımadığınız bir kahveye girdiğinizde bile
ve “merhaba” dediğinizde “buyur”, “hayırdır”, “ne istiyordun buyur bir çayımızı iç” diyen
çıkar. Bu nedenle bizim, belki de benim kuşağım için bu daha da geçerli, alışık olduğumuz
toplumsal ilişki kalıbı oralarda yok. Kapitalizm geliştikçe onu mahvetmiş. Ben kapitalizme
karşı bir insanım, kapitalizme karşı olmamın bir nedeni, kapitalizmin bir baskı ve sömürü
düzeni olmasıdır ama bunun ötesinde Anadolu’nun sade yaşamı yerine gösterişçi tüketimi
teşvik etmesi ve bir de Anadolu’nun dostluk, dayanışma, komşuluk ilişkileri yerine birbirinin
tepesine basarak yükselmeye çalışan bencil, bireyci ve yalnız insanları yetiştirmesidir. Ben
bizim geleneksel yapımızın insana daha huzur veren bir ilişki ağı olduğunu düşünüyorum.
‘BATI PROPAGANDASI SAHTE BİR İMAJ POMPALIYOR’
Kırmızı Beyaz: Bütün bu durumlara rağmen, Batı ülkelerinin bu denli parlatılabilmesi
ve bunun gençliğin belli bir kısmı içinde karşılık bulabilmesini nasıl yorumlamak lazım?
Yıldırım Koç: Birincisi, Batı’nın bu doğrultuda ciddi bir propaganda savaşı var. Soğuk
Savaş’ın olduğu dönemde de bu vardı. Sovyetler Birliği’ne karşı “Batı iyidir”, “insanların
refah seviyesi yüksektir”, “orada demokrasi vardır”, “sizde grev yasak” gibi sistemli bir
propaganda vardı. Şimdi de ABD’deki yoksulluk dile getirilmiyor, sokakta yaşayan evsizler
dile getirilmiyor, sağlık hizmetlerinden yararlanamayanlar dile getirilmiyor, Avrupa
ülkelerindeki yaygın uyuşturucu dile getirilmiyor. Bu çok sistemli, Türkiye’deki kitle iletişim
araçlarında da bu yaygın uygulamayı görebiliyoruz: “Batı iyidir, biz kötüyüz” “Batı’da her
şey iyidir, bizde iyi olan da pek bir şey yoktur, bu milletten, bu memleketten de hayır gelmez”
gibi bir anlayış pompalanıyor. Bir de yayınlanan dizilerde yayla gibi evler, lüks arabalar ile
bir cennet yaratılıyor. Genç insan, o koşulların ufak bir bölümüne bile bu ülkede
erişemeyince, onun Batı ülkelerinde olduğunu düşünüyor. O zaman ister istemez oraya
yöneliyor ama orada çok sıkıntı çekerler.
‘GENÇLİĞİ UYUŞTURMA, BATI’NIN TOPLUMSAL MUHALEFETİ BASTIRMA ARACIDIR’
Kırmızı Beyaz: Uyuşturucu aslında günümüz ABD ve AB kültürünün karakteristik bir
özelliği. Bunun Batı’daki yaygınlığıyla ve Türkiye’de de gelişen buna özenmeyle ilgili ne
söyleyebiliriz?
Yıldırım Koç: Benim kuşağımın yaşadığı bir olayı anlatayım. ABD 1965’te Vietnam’a
saldırdı. Vietnam kuvvetleri 1968 başında ABD ordusuna müthiş bir saldırı başlattı, Tet
Saldırısı diye bilinen saldırı. O zamana kadar ABD ordusunun kayıpları sınırlıydı ve ABD’de
savaş karşıtı gösteriler yoktu. Tet Saldırısı’nda çok sayıda Amerikalı öldürüldü. Bunun
üzerine ABD’de savaş karşıtı gösteriler başladı ve bunun üzerine ABD’nin merkezi istihbarat
örgütü CIA piyasaya bol miktarda uyuşturucu verdi. Ardından hippilik ve uyuşturucu
kullanımı ABD’de patladı. Bunun üzerine ABD Başkanı Nixon, “bu uyuşturucunun sebebi
Türkiye’den gelen esrardır onun için Türkiye’de haşhaş ekimini yasaklatacağım” meselesini
gündeme getirdi ve seçimi kazandı. 12 Mart darbesinden sonra da Türkiye’de haşhaş ekimini
yasaklattılar. Yani Batı istihbarat örgütleri bir kaynak elde etmede bu uyuşturucu işinin
içindedirler, bunun da ötesinde eğer gençlik çok hareketleniyorsa, 1968 ABD’sinde olduğu
gibi, ellerindeki -muhtemelen müthiş stoklar da vardır- uyuşturucuyu piyasaya sürerler ve
gençliğin zehirlenmesi ve böylece apolitikleşmesinde kullanırlar.
‘YALNIZLIK, GENÇLERİ PSİKİYATRİSTE VE UYUŞTURUCUYA SÜRÜKLÜYOR’
Batı’da da bu böyledir, Batı’da insanlar yalnızlaştıkça, alkolizme, uyuşturucuya ve
psikiyatriste gidiyor. Bizde senin komşun zaten psikiyatrist gibi. Gidiyorsun, dertleşiyorsun,
dedikodu yapıyorsun, derdini anlatıyorsun; kardeşine gidiyorsun ağlıyorsun sızlıyorsun,
“başımı koyabileceğim omuz” dediğin insanlar var. Batı yalnızlaştıkça psikiyatriste para
kazandırıyor, ABD’de insanların çok büyük bölümü psikiyatriste gidiyor; Avrupa’da da
alkolizm ve uyuşturucu var. Lozan’da bizim antlaşmanın imzalandığı otele gidiyoruz, orada
halka açık bir tuvaletin duvarında bir kutu vardı, kullandığınız enjektörleri yere atmayın,
kutuya atın diye. İsveç’te Stokholm’de deniz kıyısında iki kişinin enjeksiyon yaptığına tanık
oldum, Hollanda’da zaten neredeyse serbest. Çok yazık, kapitalizm insanları mahvediyor ve
mahvetme yollarından biri de bu, yarattığı sorunlardan sonra bir de insanları uyuşturmak
amacıyla uyuşturucu kullanımını el altından teşvik etmesi. Ben teşvik edildiğini görüyorum
uyuşturucu ve alkolün.
‘BİZİM MİLLET GİBİSİNİ BULAMAZ VE HİÇBİR YERDE İKİNCİ SINIF VATANDAŞ MUAMELESİNDEN KURTULAMAZLAR’
Kırmızı Beyaz: Yurtdışına çıkmak, orada yaşamak isteyen gençler, neden Türkiye’de
kalmalıdır?
Yıldırım Koç: Ben 69 yaşındayım ve herhalde öyle çok rahat bir yaşamım da olmadı. Siyasi
mücadelenin içindeyim, 12 Mart’ta da 12 Eylül’de de sıkıntı yaşadım. Ona rağmen burası
muhteşem bir ülke. Otuzdan fazla ülkeye gittim dünyanın her yerinde. Bizim milletimiz kadar
uyanık, bizim milletimiz kadar politize, bizim millet kadar sıcak -üçkağıtçımız çoktur, hain
kotamız da biraz yüksektir ama- çok keyifli bir halkımız var, başka ülkelerde bunu
bulamayacaklar. İkincisi, burayı düzeltebilmek mümkün. Ama dışarıya gittiğinde, eğer burada çok iyi bir üniversiteden mezun değilse, dışarıda ikinci hatta üçüncü sınıf vatandaş muamelesi
görecek.
Bir ara, Macaristan’da, sendikalar arası ufak bir toplantıdaydım. Ben Türkiye’yi temsil
ediyordum. Avrupa Sendikalar Konfederasyonu Genel Sekreter Yardımcısı bir Alman’dı,
biraz ukala bir tipti. Macar temsilcisini çok aşağıladı. Çay kahve için bir ara verildi, onlar da
bana takılıyorlar “sen Osmanlı’sın, bizi 150 yıl ezdiniz” falan diye. Dedim ki “Peter (Genel
Sekreter) seni eziyor, biraz onurlu ol, tepki ver.” Çünkü anasının gözü tiplerdir, herkesin
üzerine gitmezler ama Macar’ın üzerine gidiyorlar. “Sana ikinci sınıf insan muamelesi
yapıyor.” dedim. “Üçüncü sınıf insan olacağıma, ikinci sınıf insan olurum” dedi. “Sen de hiç
ulusal onur diye bir şey yok mu?” diye sordum, “Küreselleşme döneminde ulusal onur mu
kaldı ki?” dedi. “Ben Anadolu Türküyüm, ben hiç boyunduruk yaşamadım, onun için seni
anlamam mümkün değil.” dedim ve bir daha ilişki kurmadım onunla.
Şimdi, bir genç Avrupa’ya gittiğinde onu sıcak, dostlukla bekleyen insanlar bulamayacak.
Özellikle dünyadaki krizin de derinleşmesiyle birlikte, bizim gibi biraz başına buyruk
uluslardan gelenlere, gizli bir ırkçılıkla tepki gösteren insanlar görecek. Çünkü Anadolu,
13.yy’deki Moğol istilası dışında bir istila yaşamadı. Son istila girişimini de benim
dedelerimin kuşağı Ulusal Kurtuluş Savaşı ile def etti. Biz biraz dik başlı bir halkız.
Boyunduruk yaşamış halkların genlerinde o boyunduruğu kabullenme eğilimi var. Bizde en
gariban insan bile belirli bir noktaya geldiğinde, sıkıştığında tepki verir ve her şeyi göze alır,
bizim milletin özelliklerinden biri bu. Onun için bizi Avrupa’da falan sevmezler, bizim ne
yapacağımız belli olmaz. İstiklal Savaşı’ndaki mucize de bir yerde öyle, öyle bir nokta geliyor
ki en zengini de en yoksulu da “dur hele bir dakika, buradan öteye olmaz” diyor. Onun için,
oraya gidildiğinde bizden gidenlere bir tepkiyle yaklaşıyorlar, kontrol altına alınamayan
adamlar gibi yaklaşıyorlar ve aşağılamaya çalışıyorlar. Hizmetçiliği kabul edersen, seni
hizmetçisi olarak kabul ediyor ve sana iyi davranıyor. Ama eşit haklar, eşit davranış sistemi
talep ettiğinde -ve senin Türkiye’den gittiğinde öyle olacağını tahmin ediyor- sana karşı
hemen savunmada oluyor ve düşmanca davranıyor. Bu Almanya’da daha açıktır. Hollanda
gizli ırkçılardır, İsveç gizli ırkçılardır. Yüzüne gülerler, arkandan her türlü olumsuz tavır
bilinçaltlarındadır. Bu ülkenin kıymetini bilmeli. Keyifli bir halkımız var, ben yaşım
ilerledikçe onu anlıyorum. Başka ülkelerde ise bizim bu keyifli yanımıza karşı bir tepki var.
Gittiğinde ikinci sınıf insan muamelesi görecek. Bu topraklarda en gariban bile eşit insandır.
Parası yoksa sıkıntı çeker, parası varsa idare eder. Burası güzel bir yer neden bırakıp
gideceksiniz ki?
Kırmızı Beyaz: Yaşamını Türkiye’de sürdürecek bir genci sosyal ve ekonomik olarak
neler bekliyor? Türkiye gerçekten yaşamaya elverişli bir yer mi?
Yıldırım Koç: Türkiye’nin müthiş bir potansiyeli var. Bu potansiyeli bizim hayat
seviyelerimize yansıtabilmek için daha ilerici, ülkenin milli çıkarlarını dikkate alan, israfın
önlendiği, yolsuzluk ve hırsızlığın önlendiği bir Türkiye yaratmamız gerekiyor. Bu olduğu
takdirde olağanüstü büyük potansiyeli var bu ülkenin. Ülke kaynakları planlı bir şekilde
kullanılmalı. Atatürk 1933 yılında ilk Sanayi Planı’nı uygulattı, 1963 yılından itibaren de
kalkınma planlarımız uygulandı. Yani bir, “planlı ekonomi”. İki, “devletçilik”. Sağlıkta,
eğitimde, fabrikalarda, ulaştırmada, madencilikte, tarımda devletçilik. O zaman daha fazla
üretebileceğiz. İhtiyaçlarımızı daha fazla karşılayacağız. Onun da ötesinde, maalesef çok
büyük miktarda israf var. Evlerde de israf var, bizim evimizde kullandığımız masa takımı,
kayınvalidem ile kayınpederimin 1947’de evlendiklerinde aldıkları masa takımı ve çok
memnunuz. Dört tane sandalyesi var, çok sağlam. Daha sonra aldığımız bazı sandalyeler
döküldü gitti, o dört sandalyeyi hala kullanıyoruz. Koltuk takımımızı 1993’ten beri
kullanıyoruz, çok da memnunuz. Ama birçok insan modaya uyarak, toplu taşıma yerine ille
benim bir arabam olsun peşinde. O zaman trafikle şehirlerin düzenini bozuyoruz. Ben arabaya
karşıyım, biz araba kullanmıyoruz eşimle beraber. Ve çok memnunuz, toplu taşımadan
yararlanıyoruz. Hırsızlık yolsuzluk önlenirse, planlı ekonomi olursa, devletçilik uygulanırsa,
israf yerine Anadolu’nun geleneksel sade yaşantısı içinde gösterişçi olmayan bir yaşam
tarzına geçilirse, bu ülke birkaç yıl içinde bütün sorunlarını çözer. Benim zamanımda bir
kimsenin komşusuna, kullandığı malzeme ile hava atması ayıp karşılanırdı, gösteriş ayıptı.
Sade yaşamak esastı. İsraf eden ayıplanırdı, sokakta ekmek bulsanız üç defa öper kıyıya
koyardınız. Tabakta yemek bırakılmazdı. Ekmek atılması diye bir şey yoktu. İnsanlar
kapitalizmin, özellikle televizyon dizilerindeki gösterişçi tüketiminden etkileniyorlar. Cep
telefonunu değiştiriyor, arabasının modeli ile hava atıyor, giysisiyle hava atıyor, biraz eskimiş
bir şey giyene “sen hala bunu mu giyiyorsun?” diyor. O zaman da kazandığımızdan çok daha
fazlasını harcıyoruz ve sıkıntı yaşıyoruz.
‘TÜRKİYE’NİN VE TÜRK İNSANININ SINIRSIZ BİR POTANSİYELİ VAR’
Ben bu ülkenin potansiyeline ve insanına çok güveniyorum. Ama sade yaşam, israfın,
hırsızlığın, yolsuzluğun önlenmesi, planlı ekonomi ve devletçilik. Mesela, sağlık hizmetlerini
devlet verirse bizim hastalanmamamız için çalışıyor. Özel sektör verirse, hastalanmamızı
istiyor. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun sağlık harcamaları 2005 yılında 13 milyar, 2019 yılında
103 milyar lira. Çünkü sağlık hizmetleri özelleştirildi, gerekli gereksiz birçok tetkik yapılıyor
falan. Bunlar önlenirse, milletimizin yaratıcılığı olağanüstü. Ben hep söylerim, bir Türk olarak
alet aldığımda hiçbir zaman kullanım kılavuzunu okumam. Hiçbir Türk’ün de okuduğunu
zannetmiyorum. Ama bir ABD’li yeni bir alet aldığında kullanım kılavuzunu açar, “aleti aç”
açar, “prize sok” sokar, “düğmeye bas” basar, elindeki listenin tamamını yerine getirir.
Onların dışında bir şey olduğu zaman eli ayağına dolaşır. Bizim yüzyıllardır devraldığımız bir
kendine güven ve “sen halledersin” anlayışı var. Bu çağımızda, sorun çözmenin ön plana
çıktığı koşullarda müthiş bir güç kaynağı. Biz sorunlarla baş ederek büyüdük, benden önceki
kuşaklar da öyle. Onun için, elimizde listeyle hareket etmiyoruz. Biz gireriz, yanlış olursa
düzeltiriz, düzeltince bir şey oldu bir adım öteye geçeriz. Bu müthiş bir özellik. 21. yüzyılda
insanların ihtiyaç duyduğu bu sorun çözme kapasitesi… ABD’ye gidin sorun çözmeyi
bilmezler. Onlar kendileri için öngörülen sınırlı, kısıtlı ödevleri yerine getirirler. Onu iyi bir
şekilde yerine getirirler ama diğer işlerden haberdar değildirler. ABD’de Vietnam Savaşı’nın
olduğunu bilmeyen birçok insan var, liseyi bitirip yazmayı bilmeyen birçok insan var. Bu
topraklar o nedenle çok farklı, gerçekten olağanüstü bir halk bu, yüzyılların birikimi bu.
‘GERÇEK HUZUR, DAHA İNSANCA YAŞAMA MÜCADELESİNDE’
Kırmızı Beyaz: Birçoğumuz hayatımızda sürekli bir anlam arayışındayızdır. Ulaşmaya
çalıştığımız anlama dair neler söyleyebilirsiniz? Türkiye içinde Türk genci için anlamlı
bir hayat var mıdır?
Yıldırım Koç: Ben bilimsel sosyalizmi benimsemiş bir insanım. İnsanlığın geldiği üretkenlik
düzeyinin herkes için huzurlu, mutlu bir yaşam sağlayabileceğini düşünüyorum. Bundan yüz
yıl önce insanlığın üretkenlik düzeyi buna imkân vermiyordu, bugün veriyor. Bugün, adil bir
paylaşımla bütün insanlık sağlık sorunlarını, eğitim sorunlarını, giyinme, barınma, yemek
sorunlarını karşılayabilir ama kapitalizmin ve emperyalizmin yarattığı çok büyük sorunlar var.
O zaman ben “buna karşı çıkıyor olmaktan” mutluyum. Benim bir amacım var. Ben
görmeyeceğim ama en azından, “Zulüm karşısında susan dilsiz şeytandır.” diye bir hadis
vardır.
Dilsiz şeytan olmamak, zulüm karşısında sesini yükseltebilmek ve çok büyük tüketim
çılgınlığına kapılmamak… Ütopyaların birinde şöyle diyor: “Sen malların esiri değilsin
(olmamalısın), mallar senin esirin olsun”. Halbuki birçok insan günümüzde malın esiri halde.
Ben, malın esiri olunmamasını ve daha insanca yaşayacak bir mücadeleye katılmalarının
doğru olduğunu ve bunun onları huzurlu ve mutlu kılacağını düşünüyorum. Huzur ve
mutluluk kullandığı arabada değil de esasında haksızlığa ve zulme karşı çıkmalarındadır. Bir
de zaten, başka çareleri kalmayacak. Benim kuşağımda bu bir tercihti, şimdi huzurlu ve mutlu
olmak istiyorsan, paçanı kurtaramayacaksın, kapağı bir yere atamayacaksın, attığını
zannettiğinde orada seni ezecekler. Benim kuşağımdaki birçok insanın arzuladığı adaletli
dünya, senin, başka çıkış yolun olmadığından uğrunda mücadele etmek zorunda kalacağın bir
amaç haline gelecek. O zaman da keyifli olacak herhalde.
Kırmızı Beyaz: Çok teşekkür ederiz hocam.
Yıldırım Koç: Ben teşekkür ederim, sizlere iyi çalışmalar dilerim.
Röportaj:
Tolga Dişçi
Orta Doğu Teknik Üniversitesi – İktisat
Yorum Yap