52. Sayı Çıktı! Evde Kal Kırmızı Beyaz'sız kalma.

Dersim Yalanları ve Cumhuriyet’in Tunç Eli

Dün Şeyh Sait ve Dersim İsyanı’nın bastırılması mevzisinde olmak; bugün Türkiye’ye ikinci bir Sevr dayatmaya çalışan emperyalizme, piyonları FETÖ’ye ve PKK’ya karşı Cumhuriyeti, Atatürk Devrimciliğini, çağdaşlığı, milletleşmeyi, yurttaş olma bilincini savunmaktır.

Tarihteki bütün olaylar kendi dönemi içerisinde değerlendirilmekle birlikte günümüze
yansımaları açısından da önemli tecrübeler ve dersler içerir. Geçmişi tarihselliğinden ve
gerçekliğinden koparıp yorumlayan fikirler ise er geç emperyalizmin gerici ve bölücü
eylemlerini savunan mevziye düşer. Bugünlerde gündeme gelen Şeyh Sait ve Seyit Rıza
tartışmalarını bu eksende okumak, değerlendirmek ve doğru mevziyi Türk milletine
göstermek biz devrimcilerin birincil görevidir.
Cumhuriyet Devrimi, emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşımızı verdiğimiz ve sonucunda yeni
bir devlet, millet, vatan, dil ve kültür yarattığımız süreçtir. Dolayısıyla emperyalizme karşı
mücadele tarihimiz, aynı zamanda karşı devrimlerle de mücadele tarihimizdir. Henüz ilk 15
yılında Cumhuriyete karşı ortaya çıkan isyanlarla olan mücadelemiz bir nevi Kurtuluş
Savaşımızın devamı niteliğindedir. İngilizlere karşı İstanbul’u savunma kararlılığı, 1925’te
Şeyh Sait’e karşı Diyarbakır, Bitlis, Elâzığ ve Van’ı savunma kararlılığıdır. İzmir’i işgal eden
Yunan kuvvetlerine karşı gösterdiğimiz cesaret ve irade, 1938’de Tunceli halkının
özgürlüğünü işgal eden Seyit Rıza gericiliğini ezen cesaret ve iradedir. Kemalist devrimi
benimsemeyen bu gerici ve bölücü isyanlar, en nihayetinde bölge halkının Cumhuriyetle
tanışmasını geciktirmiş ve milletleşme sürecini yavaşlatmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’nda bazı emperyalist ve işbirlikçi güçler, Osmanlı toprakları üzerinde
yaşayan çok sayıda farklı kimliğin olmasını Osmanlı’nın aleyhinde kullanmış ve
yönlendirmiştir. Kurtuluş Savaşı döneminde kurulan düşman cemiyetlerin büyük çoğunluğu
bu devletler tarafından hem ekonomik hem de siyasi olarak beslenmiştir. Bu cemiyetlerden
birisi olan Kürt Teali Cemiyeti, Doğu ve Güneydoğu illerinde bağımsız bir Kürdistan devleti
kurmayı amaçlayan bir cemiyetti. Bu cemiyetin önderleri arasında bulunan bazı isimlerin
daha sonra İngiliz ve Fransız devletleriyle olan gizli ilişkileri ortaya çıkmıştır. Bunlardan en
dikkat çekeni ise Nuri Dersimi nam-ı diğer Baytar Nuri.


İki İsyan, Tek Çıban: Baytar Nuri Dersimi


Koçgiri İsyanı, Cumhuriyet kurulmadan hemen önce 1920’lerde Sivas-Erzincan-Dersim
bölgesinde yer alan Koçgiri Aşireti liderleri Mustafa Paşa oğlu Alişan Bey ve Alişer Bey
tarafından ortaya çıkarıldı. Temel amaçları, Sevr Antlaşması ve Wilson İlkeleri doğrultusunda
bir Kürdistan kurmaktı. Daha öncesinde Mustafa Kemal, Sivas Valisi Reşit Paşa aracılığıyla
aşiretlere yaptığı çağrı neticesinde Koçgiri lideri Alişan Bey ile görüşmüş ve kendisine
milletvekili adayı olmasını önermişti. Başta öneriyi kabul eden Alişan Bey, daha sonrasında
Kürt Teali Cemiyeti’nin örgütlenmesini yürüten Baytar Nuri ile görüşünce vazgeçti.
Ankara Hükümeti’nin Çerkez Ethem ve Demirci Mehmet Efe İsyanı’yla meşgul olması,
Baytar Nuri’ye Koçgiri Aşiretinin isyanına destek toplamak için diğer aşiretleri ikna etme
süresi kazandırıyordu. 1920 Kasım ayında bir yazıyla, Ankara Hükümeti’nden Kürdistan
talebinde bulunulmuş, Koçgiri bölgesindeki tutukluların serbest bırakılması ve askeri
birliklerin bu bölgeden geri çekilmesi gibi siyasi talepler bildirilmişti. Ankara Hükümeti buna
karşın bir nasihat heyeti göndermesine rağmen bu heyet kovularak talepler tekrarlandı.
İsyancılar bu sefer silahlı kuvvetle alacaklarına dair bir telgraf çekince isyanı bastırmak üzere
harekete geçen Ankara Hükümetinin ilk işi bazı Dersim aşiretleriyle görüşüp kendi taraflarına
çekmek oldu. Örneğin bunlardan birisi de daha sonra Meclisimizde mebus da olan Diyap
Ağa’dır. İki defa bastırılmaya çalışılan isyan tam olarak başarıya ulaşamadı. Son olarak Mart
1921’de Nurettin Paşa çeşitli önlem ve uygulamalarla isyanı sert bir şekilde bastırdı. Koçgiri

İsyanı, ismini alan aşiretten de görüldüğü üzere feodalizmin ve Ortaçağın kalıntılarını
taşıyordu.
Baytar Nuri Dersimi de isyanın bastırılmasından sonra Dersim bölgesine kaçarak oradaki
aşiretlere sığındı. Baytar Nuri Dersimi ismini daha sonra Seyit Rıza’nın liderliğinde başlatılan
Dersim İsyanı’nda da göreceğiz.


Genç Cumhuriyet’e Yönelik İlk Suikast


Şeyh Sait İsyanı, 1925’te Cumhuriyetimiz henüz yeni kurulmuşken ortaya çıkmış bir isyandır.
Programı açısından iki görüş olmasına rağmen net olan tek şey, Cumhuriyet’e ve Kemalist
Devrime karşı bir başkaldırı olduğudur. Aslında Şeyh Sait İsyanı bir anda ortaya çıkmış bir
hareket değildir. 1920’lere kadar götürebiliriz. Muş Varto doğumlu Cibranlı Halit Bey’in
1920’lerde Erzurum’da kurduğu Kürdistan İstiklal Komitesi’ne (Azadi) de götürebiliriz.
1922’de saltanatın, 1924’te de halifeliğin kaldırılmasıyla birlikte faaliyetlere girişen bu
örgütlenme, Kürt Teali Cemiyeti’nde etkin olan Bitlis mebusu Yusuf Ziya Bey’in
öncülüğüyle “Kürt İstiklal Cemiyeti” adı altında birleşmişlerdir. Yusuf Ziya Bey, halifeliğin
kaldırılması sırasında TBMM’de Mustafa Kemal’e sert eleştirilerde bulunan ve kaldırılmasına
karşı çıkan bir isimdi. Saltanat ve halifeliği Kürtlerle Türkleri bir arada tutan unsur olarak
görüyordu.
Şeyh Sait tüm bu süreç içerisinde tam olarak öne çıkmasa da 1924’ün sonunda Cibranlı Halit
Bey ve Yusuf Ziya Bey’in tutuklanıp Bitlis Divan-ı Harbi Umumi mahkemesinde yargılanıp
idam edilmesiyle birlikte tarih sahnesine çıkmıştır. Cemiyetin siyasi liderleri ortadan kalkınca
dini lideri Şeyh Sait, mecburen isyanı yürütmüştür. Aynı zamanda Cibranlı Halit Bey’in
akrabası olan Şeyh Sait, Diyarbakır, Elâzığ, Bitlis, Muş, Erzurum, Bingöl bölgelerinde etkin
olan en büyük Nakşibendi şeyhidir. Kürtlük davası ile ilgili bir fikri altyapısı, bağı, bağlantısı
yoktur. Tamamen dini bir lider olup yaptığı isyanı da bu amaçla yaptığını belirtmiştir. Hatta
İstiklal Mahkemesi başkanı, Şeyh Sait’i “Kürtçülük ve bölücülük hareketi” yapmakla
suçladığı zaman, Şeyh Sait bunu kesin bir dille reddederek “Ben hilafet için, şeriat için,
dinimiz için isyan ettim” diyerek isyanın karakterini belirtmiştir.
Cumhuriyet rejiminin bölgeye girmesiyle birlikte eski kalıtsal derebeylik düzenin tasfiye
edilmesi, bu düzenden beslenen ayrıcalıklı şeyhlerin varlığı tehlike altına girmiştir ve isyanın
mihenk taşını bu sebep oluşturmuştur. Bu isyan, gerici ve feodal bir karakter taşımakla
birlikte bölgede suni bir şekilde ortaya çıkan ve popüler olan “Bağımsız Kürdistan” sloganını
da benimsemiştir. Buradaki sloganı kullanmadaki temel hedef, kitleleri şeyhlerin ve ağaların
gericiliğinin yanında bölücü amaçlarıyla da birleştirebilmektir. Fakat kitleleri esas olarak
harekete geçiren Şeyh Sait’in verdiği hutbeler ve dini emirler olmuştur. Aslında burada
anlaşılacak bir başka önemli nokta da Kürtlerin etnik söylemlere değil, dini söylemlere itibar
gösterdiğidir.
İsyanın arka planına baktığımızda, İngilizlerin doğrudan ya da dolaylı olarak işin içerisinde
olduğu anlaşılmaktadır. Dönemin Genelkurmay belgelerinde özellikle Musul meselesi
nedeniyle İngiltere’nin bu bölgeye yönelik bütün kötü emellerini kullanarak çeşitli
kışkırtmalar yapmaktan geri kalmayacağı açık şekilde yazılmıştır. Kürt İstiklal Cemiyeti’nin
silah ve cephanelerini İngiliz himayesinde bulunan Musul’dan tedarik edip sakladığı da
Genelkurmay’ın bu isyanla ilgili iç yazışmalarında ve belgelerinde mevcuttur. İsyanın İngiliz
eliyle kışkırtıldığını en net saptayan Sovyetler Birliği’dir. Sovyet yetkililerine göre Musul
meselesinin Milletler Cemiyeti’nin kararına bırakılması ve bu nedenle karma komisyon

oluşturulup bölgeye gelmesinin arifesinde patlak vermesi somut bir nedendir. Aynı zamanda
Kızıl Ordu İstihbarat Dairesi’nin hazırladığı 1 Nisan 1925 tarihli “gizli” damgalı bültende
“Türkiye’nin Doğu Vilayetlerinde Ayaklanma” başlığı altında İngiltere’nin 1. Dünya
Savaşı’nın ardından tampon bölge kurarak Musul petrollerini garanti altına almak istediği
belirtilmiştir.
Bu isyanın ortaya çıktığı sırada hükümetin başında Fethi Okyar vardı. Şeyh Sait’in Dicle’den
(Piran) çıkıp Genç, Palu, Elâzığ, Maden, Bingöl (Çapakçur), Ergani, Siverek, Varto bölgesini
kuşatması ve Diyarbakır’a yönelmesi isyanın boyutunu gözler önüne seriyordu. Fakat Fethi
Okyar Hükümeti, bu isyanın büyüklüğünü fark etmeyerek sorunu sıkıyönetim uygulayıp yerel
jandarma kuvvetleriyle çözmeye, bu gruplara sözde “demokrasi” endişesinden kaynaklı baskı
göstermemeye çalışıyordu. Mustafa Kemal Paşa, isyanın büyüklüğünü anlayarak hızla İsmet
İnönü’yü Ankara’ya çağırdı. Fethi Okyar Hükümetinin istifasını isteyerek yeni hükümetin
kurulması için görevi, 3 Mart 1925’te İsmet İnönü’ye verdi. TBMM’de Takrir-i Sukün
Kanunu çıkartan yeni hükümet, hızla askeri gücü bölgeye sevketti ve olaya müdahale etti.
Diyarbakır’ı kuşatan Şeyh Sait bölgeden püskürtüldü ve Varto’ya kadar geri çekildi. Burada
ele geçirilen Şeyh Sait, isyanın diğer 47 lideriyle beraber Diyarbakır’da İstiklal
Mahkemeleri’nde yargılanıp idama mahkûm edildi. Ertesi gün ceza infaz edildi. Bu süreçte
“Dini inançlara saygılıyız” propagandası altında birçok Cumhuriyet karşıtı odakların merkezi
haline gelen ve Şeyh Sait isyanında bölgedeki temsilciliklerinin yardım ettiği anlaşılan
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası da kapatıldı.
Feodalizmin Pençesinden Cumhuriyetin Güvencesine
Cumhuriyete karşı isyanların temelinde, derebeylik ve feodal düzenin bozulmaması, şeyh,
seyit, aşiret liderliği, bey statülerinin devam etmesi, askere gidilmemesi, askeri ve idari olarak
bağımsız hareket edilmesi ve vergi verilmemesi talebi hep vardı. Bu taleplerin vücut bulmuş
hali Dersim İsyanı’dır. İsyan 1937-1938 yıllarında devlet otoritesine, yurttaşlık haklarına ve
birey özgürlüğüne karşı ağalığı, aşiretçiliği, marabalığı ısrarla devam ettirme arzusuydu.
Dolayısıyla Dersim İsyanı’nın bir Alevi isyanı ya da Kürt isyanı olarak tanımlanması tarihsel
bir çarpıtma olmakla birlikte gerçek dışıdır. Çünkü Dersim İsyanı’nın lideri olan Seyit
Rıza’nın Alevilik ya da Kürtlük hakları üzerine ne bir söylemi ne de bir talebi olmuştur.
Osmanlı döneminde Dersim bölgesinde yönetim derebeyleri, şeyhler ve aşiret reislerinin
elindeydi. Bölgenin bütün kaynaklarını istediği gibi kullanan, harcayan ve hiç kimseye hesap
vermeyen bir yapı hakimdi. Düzenli ordunun kurulmasıyla birlikte her bölgeden asker alma
durumu bu bölgede uygulanamıyordu. Çünkü askerlik çağında olan gençler seyitlerin,
şeyhlerin emri altında çevre bölgelere saldıran, talan eden bir konumdaydı. Asayiş ve düzenin
olmadığı bölgede aşiret reislerinin hükmü geçerliydi. Cumhuriyet ise ağaların ve şeyhlerin bu
düzenine çomak sokup görünen tablonun değişmesi anlamına gelmekteydi.
İlk olarak meseleyi silahsız, nasihat ederek çözmeye çalışan devlet, birçok yetkilisini bölgeye
göndererek sonuç almaya çalıştı. Fakat sonuç hep olumsuzdu. Bölgeye dair çıkan bütün
raporların ortak özelliği, aşiret reislerinin bölgeden temizlenmesi, toprağın köylüye
dağıtılması ve askeri denetimin hızla yerine getirilmesiydi. 25 Aralık 1935’te “Tunceli
Kanunu” çıkarılarak bu ilin yönetimine dair olağanüstü yetkiler ve kararlar alındı. Hükümet
özellikle askeri olarak üstünlük sağlayabilmek adına 6-7 merkezde karakol inşaatına başladı.
Bu durumdan hoşnut olmayan aşiret reisleri içerisinden Yukarı Abbas Uşağı Aşireti reisi
Seyit Rıza, diğer aşiretlere haber göndererek hükümete karşı birlik olmayı teklif etti. Hemen
ardından da Darboğaz Deresi üzerindeki köprünün yıkılması, telefon hattının tahrip edilmesi
eylemlerini başlattılar. Dolayısıyla 1935 yılında çıkan kanun 1937 Mayıs ayında devreye girdi. Defalarca uyarılmasına, teslim olmasının istenmesine, Türkçe-Kürtçe bildiri dağıtılıp
yanlıştan dönme çağrısına rağmen teslim olmayan Seyit Rıza ve işbirlikçi aşiretleri, şiddetli
ve etkili bir taarruzla bastırılmışlardır. İsyanın bastırılmasından sonra kaçan Seyit Rıza
saklandığı mağarada ele geçirilip yargılanmış ve idam edilmiştir.
Seyit Rıza aslında okuma yazması olmayan, çeşitli yönlendirmelerle hareket eden bir aşiret
reisidir. İsyandan yıllar sonra Seyit Rıza’nın İngiltere’ye verilen mektubu ortaya çıkmıştır.
Mektuptaki istekleri, dili, tarzı ve üslubu dikkate aldığımızda aslında Seyit Rıza’yı
yönlendirenin bir önceki başlıkta da bahsettiğimiz Baytar Nuri Dersimi olduğu
anlaşılmaktadır. Kendisi Koçgiri İsyanından sonra Dersim bölgesine kaçmış ve Seyit Rıza
başta olmak üzere diğer aşiretleri devlete karşı kışkırtmaya ve birleştirmeye önderlik etmiştir.
Mektup Fransızca yazılmış ve Suriye’deki İngiltere elçiliğine iletilmiştir. Baytar Nuri ise
Seyit Rıza’nın tersine iyi bir eğitim almış ve iyi derecede Fransızca bilmektedir. İsyandan
sonra da Suriye’ye kaçmıştır.
Seyit Rıza, Cumhuriyete ve Atatürk devrimciliğine karşı silahla isyan başlatmış feodal,
baskıcı ve bölücü zihniyetin temsilcisidir. Dolayısıyla Dersim İsyanının silahla bastırılması
Cumhuriyetin ve devrimlerinin bir zorunluluğu olmuştur.


İsyanların Ortak Özelliği


Türkiye Komünist Partisi önderi olan Şefik Hüsnü, Şeyh Sait İsyanı’nın emperyalizmle
ilişkisini ve gerici niteliğini şöyle vurgulamıştır:
“Tarihe baktığımızda Türkiye ne zaman bir gelişme ve yenileşme dönemine girmişse,
yayılmacı devletlerin şu ya da bu şekilde büyük güçlükler çıkardıklarını ve sonuç olarak
Türkiye’nin gelişmesinin kesintiye uğradığını görürüz. Bu yöndeki son çabalar olan, bazı
aşiretlerin cahilliğinden ve yobazlığından yararlanarak onları Kemalistlerin laiklik
reformlarına karşı ayaklanmaya kışkırtma girişimleri tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır.”
Özellikle Türkiye’nin etkili bir diplomatik ve stratejik hamlesiyle Musul meselesinde olumlu
adım atması ve Misak-ı Milli sınırları içerisine Musul’u katması an meselesi iken, bu isyanın
ortaya çıkması oradan geri mevziye düşmemize sebep oldu.
Aynı durum daha sonra gerçekleşen Dersim İsyanı için de geçerlidir. Dersim İsyanı da Hatay
meselesinin gündemde olduğu bir dönemde ortaya çıkarak zorlu bir dönemden geçmemize
sebep olmuştur.
Her iki isyan da gerici ve bölücü karakter taşımaktadır.
Her iki isyan da şeyhlerin, aşiret reislerinin liderliğinde gerçekleşmiştir.
Her iki isyanda dış güçlerin doğrudan ya da dolaylı etkisi vardır.
Her iki isyan da bölgenin ekonomik ilerleyişini aksatmış ve gelişmesini engellemiştir.
Her iki isyan da milletleşme sürecini ertelemiştir.
Her iki isyan da ülke ekonomisine büyük masraflar çıkarmıştır.
Her iki isyan da silahlıdır ve silahla bastırılmıştır.
Her iki isyana da dönemin aydınları ve ilerici yazarları karşı çıkmıştır.
Her iki isyan da Atatürk’ün ve Cumhuriyet önderliğinin emriyle bastırılmıştır.
Gericiliğin ve Bölücülüğün Tarihsel Mirasçıları

Cumhuriyet devriminin bu iki isyana karşı verdiği mücadele kararlılığı, özellikle son yıllarda
HDP-CHP tarafından yıpratılmaya, farklı anlamlar yüklenmeye ve tarihselliğinden
koparılmaya çalışılmaktadır. Türkiye emperyalizme karşı mücadele ettikçe, ABD ve Batı
medyası da ülkemize yönelik kara propaganda faaliyetlerini artırmakta. İçerde ise Seyit Rıza
ve Şeyh Sait’ten kahraman yaratmaya çalışanlar, Atatürk’e ve İnönü’ye katliamcı diyenlerin
mevzisinde yerlerini almaktadırlar.
Tarihi emperyalizmle iş birliği tarihi olan HDP, kendi ideolojik kodlarını iyi bilmektedir ki,
nitekim hem Seyit Rıza’ya hem de Şeyh Sait’e sahip çıkmaktadır. Kürt Teali Cemiyeti’nin
tarihsel mirasını bugün HDP sırtlanmıştır. 100 yıl önce ülkemize karşı kışkırtılan faaliyetlerin
ve isyanların merkezi hala değişmemiştir. Fakat 100 yıl önceki Cumhuriyet devriminin ısrarı,
cesareti ve mücadelesinin de hala değişmediğini görmekte ve göstermekteyiz.
CHP’nin Tunceli’ye “Dersim” demesi, katliam olarak nitelendirip özür dilemesi ise tarihsel
bir utançtır. Bugünün CHP’si de dönemin Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın tarihsel
mirasını sahiplenmeye aday olmuştur. Çünkü 2020 yılında milletvekili profillerine, belediye
başkanlarına, üst düzey parti yöneticilerine baktığınız zaman, Cumhuriyeti yıkmaya çalışan,
bölücülerle iş tutan odakların merkezi haline gelmiş durumdadır.
Şeyh Sait konusunda iktidar partisinin bazı milletvekilleri de yanlış mevzidedir. Eğer Şeyh
Sait’e karşı Cumhuriyet mevzisinde olmazlarsa, Fethi Okyar’ın isyana müdahaledeki tarihsel
mirasını sahiplenmek zorunda kalırlar ve dolayısıyla o iktidar mevzilerinde de tutunamazlar.
Gericiliğe ve bölücülüğe özgürlük ve demokrasi tanırsanız, oy hesapları peşinde koşup göz
yumarsanız FETÖ gibi yapıları kökünden temizleyemezsiniz.
Diyarbakır’daki Şeyh Sait sembolleri ve meydanları, Tunceli’ye dikilen Seyit Rıza heykelleri
gericiliğin ve bölücülüğün bugünkü simgeleridir. Apo’nun heykeli ne anlam ifade ediyorsa,
onlar da o anlamı ifade ediyorlar.
Dün Şeyh Sait ve Dersim İsyanı’nın bastırılması mevzisinde olmak; bugün Türkiye’ye ikinci
bir Sevr dayatmaya çalışan emperyalizme, piyonları FETÖ’ye ve PKK’ya karşı Cumhuriyeti,
Atatürk Devrimciliğini, çağdaşlığı, milletleşmeyi, yurttaş olma bilincini savunmaktır.


Bilal Gürbüz
TGB Genel Başkan Yardımcısı

Kaynakça:
1- Bayram Yurtçiçek, Kürt İsyanları-Bedirhan Bey’den Dersim’e 1. Basım (Kaynak
Yayınları, Mayıs 2016)
2- Doğu Perinçek, Toprak Ağalığı ve Kürt Sorunu 1. Basım (Kaynak Yayınları, Mart
2010)
3- Doğu Perinçek, Kurtuluş Savaşı’nda Kürt Politikası 3. Basım (Kaynak Yayınları,
Temmuz 2010)
4- Kazım Karabekir, Kürt Meselesi (Emre Yayınları, Aralık 1994)
5- Mehmet Perinçek, Sovyet Devlet Kaynaklarında Kürt İsyanları 5. Basım (Kaynak
Yayınları, Mayıs 2014)
6- Musa Anter, Ülke ve Gündem Yazıları 3. Baskı (Aram Yayınevi, Mart 2013)
7- Naşit Hakkı Uluğ, Derebeyi ve Dersim 3. Baskı (Kaynak Yayınları, 2011)
8- Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları 1 Düzenlenmiş 2. Basım (Kaynak Yayınları,
Nisan 2011)

9- Atlas Tarih Dergisi Sayı 62, “En Zor Yıl 1920” (Ocak-Şubat 2020)
10- Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı 109, “Derslerle Dolu 100 Yıl- Kürt-Türk Sorunu”
(Mart 2013)