52. Sayı Çıktı! Evde Kal Kırmızı Beyaz'sız kalma.

ATABE Genel Yayın Yönetmeni Şule Perinçek Röportajı: Devrimin Önderi Atatürk

ATABE Genel Yayın Yönetmeni Şule Perinçek Röportajı: Devrimin Önderi Atatürk

Röportaj: Kayahan Çetin, İbrahim Toraman, Mihriban Bicil

Dergimizin bu sayısının konuğu, Türkiye tarihinde eşi görülmemiş bir çalışmaya imza atarak
Atatürk’ün kaleme aldığı tüm belgeleri, mektupları ve notları derleyip 30 ciltlik kitap serisi haline
getiren yazarlarımızın öncüsü, Atatürk’ün Bütün Eserleri (ATABE) Genel Yayın Yönetmeni Sayın Şule
Perinçek… Kendisiyle ATABE fikrinin nasıl doğduğunu, gerçek Atatürkçülüğü ve Atatürk’ün bugün
hangi cephede savaştığını konuştuk. Eşsiz bilgiler edindiğimiz, ders ve görevler çıkardığımız bir
sohbet oldu. İyi okumalar diliyoruz.

K.B: Türkiye’de Atatürk üzerine yapılmış en kapsamlı çalışma olan Atatürk’ün Bütün Eserleri’nin (ATABE) Genel Yayın Yönetmenisiniz. ATABE nasıl doğdu ve bu işe girişmeye neden ihtiyaç duydunuz?

Şule Perinçek: Cumhuriyetimizin 75. yılıydı. Kutlamalar için sadece havai fişekler fırlatmaktansa, biz de Atatürk’ün bütün eserlerini yayımlayalım diye düşündük. Her dönem Türkiye’nin önünde Atatürk’ün yol göstericiliğine ihtiyaç var ama o dönem daha fazla ihtiyaç vardı. Ne yazık ki Atatürk’ü kaybettiğimizden beri benzeri bir çalışma şimdiye kadar hiç yapılmamıştı. Yeniden farklı açılardan Atatürk’e dönüşler de var ama gerçek Atatürk’ü, kendisinin birebir yazdığı, söylediği, imzaladığı belgeleri bir araya getirerek ilk yapan biziz.

Cumhuriyetin ilanından sonra Ankara’ya farklı ülkelerden gazeteci akını oluyor. Çünkü Atatürk Türk Devrimi’ni, yani bir ilki başarmış. Kendi alanındaki bir ilk olduğu için doğrudan doğruya diğer ülkeleri de birebir ilgilendiren bir devrim yapıyor. Bu bakımdan çok anlamlı bir merkez, bir örnek oluşturuyor. Atatürk’ün hep söylediği gibi, bu devrimi sadece kendimiz için yapıyor olsak çok daha kolay ve kısa olurdu ama uzun sürecek. Çünkü Atatürk’e göre biz arkamızda kalan coğrafya için savaşıyoruz, mücadele ediyoruz. 

Hakikaten de öyle, Hindistan cezaevlerinden ünlü Gandi’nin sözünü bir kez daha burada aktaralım, “Mustafa Kemal başarıya ulaşana kadar ben Tanrıyı İngiliz zannederdim” diyor. Bu ne demek? İngiliz’in yenilebileceğini dünyaya ispatlamış oluyorsun. Yani emperyalizme karşı mücadele bizim gibi ülkelerde başarıya ulaşabilir. Yedi devleti birden yenebilirsin anlamına gelen bir mesaj verilmiş oluyor dünyaya. Hakikaten ondan sonra birçok ülkede milli devrimler yaşanıyor. Sömürgeciliğe, emperyalizme karşı bağımsızlık ve kurtuluş mücadeleleri başlıyor. “O yaptıysa biz de yaparız.” güveni ve mesajı veriliyor. Çünkü o zaman bizim de elde avuçta yoktu, başka ülkelerde de yoktu. Olmayanlara da kendini Tanrı diye dayatanlarla mücadele edilebilir mesajını vermiş oluyorsunuz. Peki niye bu hala ihtiyaç? Çünkü hala bu “tanrılar” var. 

K.B: Türk Milleti’nden gizlenmeye çalışılan bir Atatürk olduğunu düşünüyor musunuz?

Şule Perinçek: Türk milletinden gizlenmeye çalışan bir Atatürk var. Nutuk artık 31 defa yayınlanmış bir kitap, 5 ayrı baskısı var. Bazı baskıları gözden geçiriyoruz, düzeltmeler yapıyoruz, onları dipnotlarda hep belirttik. Mesela Nutuk’ta Türkçe ile bütün belgelerin hepsini basmıştık. Bir sayfada, resmi kurumların yayımladığı belgelerde, 34 okuma yanlışı bulduğumuz belgeler oldu. Kaynak olarak Atatürk’ün bir not defteri yayınlanmış. Biz de basımın tarih sırasına gelmemiştik daha. Bir yazıda Atatürk’e ait olduğu söylenen şiirler diye birkaç tane şiir var ortalıkta dolaşıyor. Onları araştırdım, hatta Türk Dil Kurumu’na gönderdim yazıyı sonra. Atatürk’e ait olduğu söylenen şiirlerin onun olmadığı ortaya çıktı. Mustafa Kemal diye başka birisi var, iki tane Mustafa Kemal var. Bir tanesi bahriyeli Mustafa Kemal bazı şiir çevirileri var, bir de Avukat Mustafa Kemal, o da kendisi şiir yazmış. Onun üzerine yorumları gösteriyor işte Atatürk’ten esinlenmiş. Halbuki Mustafa Kemal, o Mustafa Kemal değil. Bunu anlıyorum, o da bilinçli olarak yapmamış ama bunu birazcık daha özen göstererek yapmak lazım. Bir kitap, bir şiir var daha önce okudum. Diyorum bir tuhaflık var, açtık baktık, sonradan anladık ki eski yazı sondan başlar bu baştan başlıyor.

K.B:  Atatürk’ün teşkilatçı yönü hep gizleniyor, karartılıyor. Bu konuyla alakalı belgeler veya söylemler çok gösterilmiyor ki gençlik böyle bir mesajı almasın Atatürk’ten. Sizce de böyle mi?

Şule Perinçek: Sadece teşkilatçılık değil, Atatürk’ü bu dönemde sisteme zarar vermeyecek onu zedelemeyecek bir şekilde göstermek istiyorsanız onu birçok yönüyle tahrip etmelisiniz. Tabi teşkilatçılığı çok önemli. Atatürk hakikaten başından itibaren o konudan çok bahsetmiştir. Üçüncü ciltte olacak, “Bizden önce de mücadeleler oldu ama teşkilatsız başladılar.” diyor.

K.B: Vatan ve Hürriyet Cemiyetini kurarken değil mi?

Şule Perinçek: Evet. Bunun üzerine yemin eder. “Ya İstiklal Ya Ölüm”, ilk orada söyler o sözü. Hadi gel yemin edelim der. Gizli örgüt kurarlar ve o zaman da söylüyor, bizden önce de çok oldu bu girişimler ama onlar teşkilatsız başladıkları için başarılı olamadılar diyor. Tabi bazı şeyler tecrübeyle yaşandıkça da önüne geliyor ve devrim fikri olgunlaşıyor, diyor ki bunu devrimle halletmek lazım. 

Kadın meselesinde mesela bunu bir darbeyle, darbe derken siyasi darbe anlamında değil, var olan her darbeyi vurarak kökünden halletmek lazım meseleyi diyor. Değiştirmek lazım, köklü bir değişiklik yapmak lazım diyor. Ama seçme seçilme hakkını 1934’e gelene kadar da söylüyorlar. 1920’lerde soruyorlar. 1928’de geliyor kadınların seçme seçilme hakkı gündeme. Ve hatta Afet İnan Atatürk’e soruyor meclisteki tartışma sonrası: “Niye müdahale etmediniz meclisteki tartışmaya? Eğer siz girseydiniz tartışmaya kabul edilirdi.” diyor. Cevap olarak diyor ki, “Daha zaman var anlaşılan.” Bunlar hep hesap kitap işi. Örneğin gazeteciler kadın milletvekilleri neden yok sorusunu sorarken, Türkiye’de Halide Edip’i söylüyorlar. Atatürk diyor ki sadece Halide Edip değil çok kadın var bunu yapabilecek ama şimdi devrimin temelini sağlamlaştırmak lazım. Orada bir tartışma yaratmak istemiyor. Cumhuriyet kuracaksın önce. 

Nutuk mesela. Nedir Nutuk? Nutuk bir hesaplaşmadır, bir muhasebedir. Neden? Çünkü arkada hesapları kapatıyor, onun için muhasebe diyorum. Yeni bir şeye başlayacak. Arkasını sağlama alıyor. Önüme bunu açıyorum, bunları mahkûm ediyorum, bunları doğruluyorum. Ne diyorsunuz? Var mısınız, yok musunuz? Sağlam adımlarla ilerliyor, devrimleri ancak ondan sonra yapıyor. Bu tabii bilimsellikten. Atatürk’ün en önemli özelliklerinden biri. Çok da fazla bilinmeyen üzeri vurgulanmayan bir özelliktir. Hep bağımsızlıkçı yönünü söyleriz, “Ya istiklal ya ölüm” çok müthiş bir cümledir. Bu da Atatürk’ün özelliklerinden biridir aynı zamanda. Tanıdığı için milletini, ona neyi nasıl ifade edeceğini de biliyor. Müthiş bir Türkçe ustası, yani dil ustası ve siyaset ustası. Bir yerde söyler zaten kitle çalışmasından bahsederken, “Kitlenin 10 adım önünde olmayacaksınız ama arasında da kaybolmayacaksınız. İki adım önünde olacaksınız. Dirsek temasını da kaybetmeyeceksiniz.” Kitle çalışmasının en temel, hala geçerli kurallarından biridir. 

Kadınların milletvekili seçilme hakkını getirse orada bir tartışma, ayrışma olacak. Ortada birlikte yürüme, aynı gemi meselesi vardı. O, bilmiş bunu. Çünkü mücadele edince sen aynı gemiyi kendin de buluyorsun. O zaman da bulmuş. Atatürk’ün tabi sadece askeri strateji değil siyaset bakımdan müthiş yaklaşımları var. Ama bu durum olağanüstü bir şey mi? Yani damdan birden düşüp mü geldi? Yok, Atatürk bir toplumun yarattığı birikimin üzerine gelen, o birikimi iyi kullanan bir lider. Niye başkaları değil de o? Anadolu’ya geçtiğinde aşağı yukarı 360 civarında Atatürk’ü İstanbul’dan çıkıp desteklemeye gelen kişi vardı. O karar İstanbul’da epey bir tartışma oluyor. İstanbul’da yapabiliriz diye düşünüyorlar. Bunlar hep tartışılıyor, konuşuluyor. Bütün seçenekler tükeniyor. İşte “Ya istiklal ya ölüm!” ya da “Size ölmeyi emrediyorum!” buralardan çıkıyor. Hakikaten öndekilerin öldüğünü görüyorlar çünkü, kolay bir şey değil. Onun için damdan düşmedi Atatürk, biliyor o askerin içindeki milli bilinci. O milli birikimi olmasa gitmez asker.

K.B: Türkiye’nin çok tanınmış liberal yazarları yıllarca özellikle Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığıyla ön plana çıkmış, Murat Belge gibi Hasan Cemal gibi isimler geçtiğimiz günlerde art arda Atatürk’e sahip çıkan, onu öven bazı yazılar kaleme aldılar. Burada özellikle Atatürk’ü Türkiye’de Batılılaşmanın öncüsü olarak gösteren ve şimdiki hükümetle karşı karşıya koyan bir tavır geliştirdiler. Şimdi bunlar doğru yolu mu buldular, yoksa gerçekleri mi çarpıtıyorlar?

Şule Perinçek: Gerçekleri çarpıtmanın ötesinde bugüne mesaj veriyorlar. Türkiye’deki bazı zorunluluklar nedeniyle bazı siyasi olarak farklı kökenden gelen insanlarla aynı gemiye bindik. Türkiye bir yol ayrımına geldi. Neydi kafamızdaki tehlike bölünmek değil mi? Bölücü ve yobaz terörle karşı karşıya geldik değil mi? 12 Eylül Darbesiyle özellikle Amerikancı darbelerle Türkiye üretimden vazgeçirildi ve bölgede istediği gibi kullanılabilecek bir devlet haline getirildi. Batı emperyalizminin kullanabileceği bir lokma haline gelebilsin ve bölgede Atlantik emperyalizminin bir aracı haline gelebilsin diye. Bölgede bir eş başkanlık kurulmaya çalışıldı. Türkiye’de burada ya buna evet diyecekti, o yoldan gidecekti. Bu mümkün mü? Arkamızdaki bir Atatürk Devrimi olduğu için, Türkiye bağımsızlığının farkında olan bir ülke. Dolayısıyla bir imparatorluk geleneği var. Kendine güveni var. Birçok imparatorluklar kurmuş, onları eskiyince yıkmış, yerine yenisini kurmuş bir mirastan ve gelenekten geliyoruz. Dolayısıyla bu yol ayrımına geldiğinde doğru yolu seçti Türkiye ve emperyalizme karşı mücadeleye karar verdi. Dönemin en önemli ayırt edici özelliği emperyalizme karşı mücadele. O rotaya göre hareket edersiniz. 

Şimdi önümüzde ne var? Biz dedik ki Batı bize bölünmeyle geliyor. Özellikle Amerikan emperyalizmi ve onun birlikte olduğu Atlantikçiler buradan beslenmek zorunda. Senin üzerine basarak yükselmek zorunda. Bizim gibi devletler birbirimizle dayanışma içinde olursak, ekonomik bakımdan ve siyasi bakımdan çok daha başımız dik yaşayabiliriz. Bir Kuşak Bir Yol meselesi geldi, kazan-kazan ilişkisi, onlar da kazansın biz de. Ben Amerika ile ticaret yapmayalım demiyorum ki, adam gibi karşımda otursun, onunla sabaha kadar konuşurum. Amerika’da ödül vermişlerdi Doğu Perinçek’le, Mehmet Perinçek’e Ermeni meselesindeki başarılarından dolayı. Orada yaptığım konuşmada, Amerika ile eşit koltukta oturuyor olalım ve konuşalım dedim. 

Ben liseyi Amerika’da bitirdim. Dolayısıyla hani Amerikan tarihi hakkında epeyce bilgi okumuştum. Amerika’nın devrimci olduğu zaman orada İngiliz Emperyalizmine karşı mücadele ettiği konularda Amerikan Devrimi’nin müthiş başarıları var, orada çok kadın mücadelesi var, en önderler oradan çıkmış bayağı bedeller ödeyerek. Yani bizim devrimimiz de oralardan beslendi sonuç olarak. Dolayısıyla Türkiye öyle bir yol ayrımına geldi ki bir yerden sonra, ya Batı’nın o emperyalist Avrupa Birliği’nin kapıya bağladığı kuçu kuçu gibi olacak, arada bir Batı ipini çekecek. Arada bir yaramazlık yaptığında sen kuyruğunu sallayacaksın, önüne biraz kemik verecek öyle bir ülke mi olacak yoksa başı dik, bize kıblemizin gösterdiği gibi Atatürk devrimlerinin mirasçısı olarak başı dik mi yaşamaya devam edeceğiz? 

Başı dik yaşamaya devam edeceksek yükselen Asya diyoruz. Asya’da hakikaten üretime devam ediliyor. Ben Amerika’ya gittim, Amerika’da Hollywood film setlerini gördüm. Orada kovboy filmlerinin çekildiği platformlar var. Filmlerden hatırlayacaksınız dıgıdık dıgıdık gelir kovboy kasabanın içine, ondan sonra ayağıyla tekme ile kapıya vurur, kapıdan içeri girer girmez ihtişam vardır, iki eliyle çevirir silahı vesaire. Ama o setler gerçekte nasıl? Siz orayı kasaba zannediyorsunuz. Bu sadece görüntü, tahta perde var, önünü boyamışlar. Öyle kasaba filan yok yani. Arkasında destekle duran, tahta perdeler, barın içinde oda yapmışlar, orada film çekiliyor. Aynı Amerikan ekonomisi de böyle. Onlar da üretimden vazgeçti, gördük yıllardır. Bu örneği hep söylerim, Hollywood’a gittiğimde gördüğüm o tahta perdelerden Amerikan ekonomisini. Bu şekilde emperyalist olmasalardı, adam gibi üretime devam etselerdi, devrimlerini devam ettirselerdi böyle olmayacaktı. 70‘lerden sonra yayılmacı bir yöne girince oradan beslendiler, ekonomilerini silahla, masaya vurdukları yumrukla yönettiler. Dolar imparatorluğu! Yani doların fiyatını kendin belirlemeye çalışıyorsun. Bar kapısına attığım tekme gibi girerim içeri, istediğim gibi dizayn ederim her yeri. Ama şimdi onu yapabilecek gücü var mı? Kendi hastasını, fakirini, yoksulunu bile koruyamıyor. İnsanlar yollarda, sokaklarda oturuyorlar bu salgın döneminde. 

Bir şeyler değişti. O zaman mesela Atatürk, Afganistan ile ilgili tavrında da yüzünü Doğu’ya dönüyor. Doğudan doğacak güneşe bakıyorum ben diyor. Çünkü taze kuvvet, emperyalizme karşı mücadele edebilecek zinde kuvvet var orada. Avrupa’da köhne, kapitalist bakımdan emperyalist aşamaya gelmiş, yolu tıkanmış, üretimden vazgeçen bir emperyalizm var. Dolayısıyla ben nerede yer alayım, Batı da mı yer alayım diyor? Bana ikide bir tepeden bakan Batıda mı yer alayım?

Geliyoruz Murat Belge ve Hasan Cemal’e… Onlar şimdi bu köhnemiş Batı’ya yüzümüzü dönelim diyorlar. Onların büyükleri diyelim, yani Hasan Cemal’in dedesi Cemal Paşa, onun torunu gibi konuşmuyor tabi. O zamanki biraz daha Ali Kemaller’in torunu gibi konuşuyor. Tanıdığım bildiğim de insanlardır ikisi de, Murat Belge de öyle, çok tartıştığımız için. Aynı şeyi Ali Kemal de söylüyor, bizim Batı medeniyetine yönelmemiz lazım diyor. Afganistan falan bunlar ne böyle diyor, baldırı çıplaklar. Neden Türkiye’nin geleceğinden yana değil ya da görmüyorlar mı, bilmiyorlar mı? Biliyorlar ama kursaklarında başka lokmalar var. Bu önemli, kursaklarında başka lokmalar var onun için de efendilerine göre konuşuyorlar. Amerika ile bizim menfaatimiz aynı mı? Murat Belgelere göre öyle gibi, onların önerdiği modele göre Atatürk’ün öyle demesi gerekiyor. O da Atatürk değil. Ne o yaşarken öyle söylemiş, ne bugün biz. Biz Atatürk’üz, Atatürk gibi düşündüğümüz için. Atatürk de o yolu gösterir. Zaten “Ben milletin arzusunu yaptım” diyor. Bunu gerçekleştirmek için ben onun önüne geçtim, yoksa benim yaptığım çok özel bir şey değil diyor. Biz de bunu Atatürk gibi olmak diye anlıyoruz. Bunun için Atatürk’ü Batıcılık, Batılılaşma diye görmek o kadar yanlış ki, Atatürk’ü hiç anlamamış, tam tersi tam zıttı. Bir örnek vereyim; Cemal Paşa’nın, İttihatçıların yurtdışında olduğu zamanlar, dönemiyorlar Türkiye’ye, dönmem doğru olmaz diyor. Türkiye devrimini desteklemem, Atatürk’e yardımcı olmam gerekir diyor. Şimdi bir tartışma yaratıp zayıflatmayayım devrimi diye düşünüyor. İttihatçılık, işte Atatürk nereden besleniyor sorusunun cevabı. Tabi Talat Paşa da öyle, milli mücadeleyi destekliyorlar. Cemal Paşa da diyor ki, en iyisi Afganistan’a gideyim.  O zaman da Afganistan’a gitmek öyle kolay bir şey değil yani uçağa binip gidemiyorsun. Gidiyor ve oradaki İngilizlere karşı Afganistan’ın mücadelesini destekliyor. Osmanlı Devleti’nin 3 liderinden biri Cemal Paşa. Gidip Afganistan’daki hareketi örgütlemek, eğitmek için oraya gidiyor. İngiliz emperyalizmine karşı mücadelede Afganistan başarıya ulaşırsa Türkiye Devrimi rahatlar, Atatürk ün eli rahatlar diye. 

K.B: Atatürk Türk milletine mi özgüdür? Yoksa dünyanın çeşitli yerlerinde Atatürkler çıkabilir mi?

Şule Perinçek: Atatürk kim? 

K.B: Türk devriminin önderi.

Şule Perinçek: Atatürk nasıl bir devrim yapmış? Milli devrim. O geldiğinde Osmanlı Devleti de zamanını tamamlamıştı. Osmanlı Devleti de artık feodal bir devlet, o da tarihi sürecini tamamlamış ve bağrında her alanda yeni milli yapılar oluşmaya başlamış. Aynı durumda kadınlar da devrime katılmalı görüşleri oluşuyor. Kadınlar biz de katılmak istiyoruz diyor. 1908 öncesi mücadelelerde milli duygular, hürriyet gibi kavramlara hassasiyetler artıyor. Vatan Yahut Silistre’deki Zekiye rolü için kadınlar birbiriyle mücadele ediyorlar. Ki oynanınca ceza alınıyor. Yani başka bir şey yıkılıyor yerinde yenisi filizlenmeye başlıyor. Dolayısıyla da o filizlenmenin içinden biri çıkıp bu devrime önderlik edecek. Emekli Yargıtay Başsavcılarından biri bir araştırma yapmış, Atatürk’ün zehirlenerek öldüğünü, onun yerine başka birinin geçtiğini ve bu kişinin Zübeyde Hanımın oğlu değil başka birisinin oğlu olduğunu söyledi. Bana fotoğraflarını da göndermişti. Kendisi çok heyecanlanacağımı düşündü ama ben inceledim ve dedim ki, Zübeyde Hanımın oğlu olsa ne olacak olmasa ne olacak? Atatürk olmuş. Onun tırnağı, elinin şekli ne fark eder ki? O devrime önderlik ediyor. İyi ki dedim ölmüş o zaman ve Zübeyde’nin oğlu da bu olmuş. Anadan doğmuş olmak mesele değil, o birikimle o devrime önderlik edecek bir lider olmak önemli. Doğum sancısı geldi mi, bebek çıkacağım ben oldum artık ya sen tutamazsın der. Toplumun doğum sancıları da tutulamaz, o devrim olacaksa olacaktır. Atatürk bunu 1911’de Balkan Savaşları sırasında Talat Paşa’ya söylüyor. O zamanlar Osmanlı İmparatorluğu’na dahil olan Suriye, Irak gibi milletler için, “Milli devletler kurmak lazım ve bu devletlerin özgürlüklerini, bağımsızlıklarını tanımak lazım” diyor. Talat Paşa’da diyor ki, bunu başka bir yerde söyleme seni asarlar. Ama o görüyor, 8 ay olmuş, 9’uncu ay geliyor. Zaten oraya gidiyor, biz baştan gürültüsüz patırtısız verelim istiklallerini bunlara diye düşünüyor. Şimdi o istiklaller tanınabilecek duruma gelmiş artık, bir Atatürk mutlaka olacak. Zübeyde hanımın oğlu olsun, olmasın fark etmez. Diğerlerinden farkı nedir? Cumhuriyet kurmaya karar verildiğinde, ne lüzum var adını böyle koymaya diye daha o gün akşam itiraz ediyorlar. 5-6 kişi birden Çankaya’ya geliyor, adına Cumhuriyet demeyelim diyorlar. Bunun için masaya yumruğu vurabilecek Atatürk tipinde bir lider gerekiyor. O lider de nereden geliyor? Fransız Devrimi’ni okuduğu gazetelerden, bu meselelerin konuşulduğu, doğduğu şehir Selanik’ten geliyor. Bunlar hepsi birikiyor ve bunların bir araya geldiği bir koşulda Atatürk oluşuyor. Atatürk’ün Bütün Eserlerini yazarken öyle cümleler okudum ki, diyorum ben Atatürk’ün bu sözlerini bir yerde okudum. Nerede okudum diyorum, kadın meselesinin işlendiği bir dergide okumuşum. Demek ki o da onu okumuş. Namık Kemal’in şiirlerini okuyorlar. İkide bir de cezaya kalıyor Atatürk zaten bu yüzden. Geç vakte kadar kitap okuyor, uyanamıyor. Yatakhaneye gelirmiş görevli, Atatürk’ün yattığı demir karyolayı sallayarak uyandırırmış. Sabahlara kadar okuyor. Yani bunlarla beslene, beslene geliyorsun.

K.B: Çağdaş uygarlık tanımı hakkında ne düşünüyorsunuz? Çağdaş uygarlık nedir? Atatürk’ün bahsettiği muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmak nedir? Bugün bir Asya çağından bahsediyoruz. Çağdaş uygarlık çağa göre değişen bir şey midir?

Şule Perinçek: Çağdaş uygarlık, ileri bir şey olarak görülüyor. Bugün çağdaş deyince içinde yaşadığımız çağdan bahsediyoruz gibi oluyor. Esas yaratacağın yerde gözün olması lazım. Hani biraz önce dedim ya bir devlet doğar doğmaz, ilk yapıldığı andan itibaren kendi içinde yenisi de filizlenmeye başlar. Kendisini yeni kurmuştur ama kendisinden sonra gelecek olanı da bağrında yaşatmaya başlar. Çağdaş olan şey, aynı zamanda olan anlamına geliyorsa, çağdaş değildir o. O artık zaten eskimeye başladı. Biz onun yerine yenisini yapabilme yeteneğine sahip insanları ilerinin insanı diye tanımlayacağız. Medeniyet dediğimiz şey esas olarak yeniyi kurma birikimini içimizde ne kadar barındırdığımızdır. Yani zaten yeni kurulu olan eskimeye başlamış, siz yeniyi kurmak üzere yola çıkmışsınız. Tabii çağdaş uygarlık deyince farklı şekilsel şeylerle sınırlandırıyorlar. Sistem kendini yeniden üretemeyince yemeye başlar kendini. Yani kültürel olarak yemeye başlıyor. Yeni bir kültür ve anlayış üretemiyor. Yani, medeniyet diye, kadın özgürlüğü diye bedenini sergileme özgürlüğünü getirdiler gündeme. Kadının önüne onu koydular. Onu aldılar sen cinsiyetini belirlemede de özgürsün dediler. Çevremizdeki bazı insanlar bile çocuklarının cinsiyetini belirleme özgürlüğüne sahip olmasını çağdaşlık olarak görüyor.

K.B: Aslında bu ABD hegemonyacılığının çürüyen medeniyeti değil mi? 

Şule Perinçek: Niye çürüyor peki? İsviçre’ye gittim. Konferanslar oldu, akşam dönüyoruz. Zürih’te nehrin kıyısında birtakım karartılar gördüm ne oluyor diye baktım. Yerlerde de bembeyaz böyle bir şeyler var. Nedir? Eroin. İsviçre sınırı da en sıkı sınırlardan biridir. 2000 kg uyuşturucu kullanılıyor o dönemde gençler arasında. Ona izin veriliyor, o giriyor. Yani girmesi gereken kadar giriyor. Az ötede kara paraların merkezi bankalar var. Orada polisler duruyor. Bankaların taş duvarlarını koruyor, ama burada yasak olan bir şey yapılıyor. Şimdi yasağı da kaldırdılar. Kendileri, hastalık yaymasınlar diye temiz şırınga veriyorlar. Uygarlığın (!), gençlerine sunduğu şey bu. O çocuklar bakan olacaklar, doktor olacaklar, hâkim olacaklar, sanatçı olacaklar, işçi olacaklar. Yeni bir şey üretecekler. Onu görmüyor. Bilmiyorum Anadolu’da hiç duydunuz mu? Ateşle etrafını çevirirsin akrebin, kaçamayacağını anlayınca döner kendini sokar. Şimdiki medeniyetler de öyle oldu. Kendi gençlerini zehirliyorlar. Neden? Sistemi değiştirmesin diye, düzen aynı sürsün diye.

K.B: Son olarak Türkiye Gençlik Birliği’ne dair söylemek istediğiniz bir şey var mı? Ve bugün Atatürkçü tavır açısından nasıl bir yerde görüyorsunuz? 

Şule Perinçek: Niye Atatürk bizim ülkemizde doğdu? İşte bunun için doğdu diye geçmişe baktık. Şimdi de arkaya bakıyoruz, 1789 ilk devrimdir. Kendi alanında bir çığ açmıştır. 1917 Sovyet Devrimi kendi alanındaki ilk devrimdir. 1920 Türk Devrimi de kendi alanındaki ilk devrimdir. Üçü de önder. Biz bu önder ülkenin, lider ülkenin, o koçbaşı ülkenin çocukları ve gençleriyiz. Kendime de TGB’li diyebilirim. Yani genç olmak demek, mücadeleye devam edebilme enerjisine sahip olmak diye gördüğüm için aynı safta görüyorum hepimizi. Dolayısıyla Atatürk’ün çok ötesinde bir birikimi var TGB’nin. Atatürk’ün yaptığı, dünyadaki bir ilk devrimi, mazlumlar dünyasındaki bir ilk devrimi başarıya ulaştırmaktı. Türkiye artık mazlum değil. Mazlum devlet değil, lider bir devlet. Bunun için bize bu kadar saldırıyorlar. Ben Yaser Arafat ile görüşme yaptım gazetecilerle, ben de heyet başkanıyım. Sorular soruyorlar, cevaplar veriyorum. Böyle orta boylu tatlı bir adam. Bir gün önce de mitingde görmüşüz, bir milyon kişiyi ayağa kaldırmış indirmişler. Dedi ki, hükümetinize söyleyin Filistin meselesi için bazı işler yapsın. Dedim ki bu bizim hükümetten niye istiyor ki bunu? Çünkü Türkiye ağırlığını koyarsa, değiştirir. Hakikaten biz öyle bir milletiz. Sonra düşündüm. Türkiye ağırlığını koymasın diye Büyük Ortadoğu Projesi eşbaşkanlığı getiriliyor başımıza. Muhtaç duruma düşürülüyor. Tütünden vazgeçiliyor, pamuktan vazgeçiliyor, fındıktan vazgeçiliyor. Niye? Tamamen siyasi. Türkiye’ye boyun eğdiremiyorlar. Hele TGB gençlerine bundan sonra boyun eğdirmeleri mümkün değil. Atatürk’ün arkasında Atatürk Devrimi tecrübesi yoktu. Sizlerin arkasında o tecrübe var. Sadece o mu? 68 Hareketi var. O biraz daha ileriye taşımış. Siz Atatürk’ü yediniz, bitirdiniz, 68’i yediniz, bitirdiniz, hatmettiniz. Ondan sonra bir Silivri deneyimi var. Onu da geçirdik. Şimdi sizin uzaylarda uçacağınız dönem geldi artık. Müthiş bir Türkiye hakikaten. Yani birçok ülkeye gittim hem mesleğim dolayısıyla hem siyasi görevlerim dolayısıyla birçok insanı, milleti, halkı tanıma fırsatım oldu. Acaba diyorum, hani ben Türküm diye mi bana böyle geliyor, değil. Bu birikim, Sümerlerden bu yana geliyor. Tarımı biz bulmuşuz, burada bulunmuş. Şimdi köylere gidiyorum. Hala ben o Sümerlerin kokusunu orada alıyorum. Polatlı’nın köyünde alıyorum. Kızıltepe’nin köyünde o Sümerlerin kokusunu alıyorum. Ben üretmek istiyorum, ben sadaka istemiyorum diyor. Beni desteklesin, ben bu Türkiye’yi uçururum diyor. Hakikaten de uçurur verseniz. Bir istediği, biraz destekle beni diyor. Hakikaten Türkiye artık o konuma geldi. Siz de o geleceğin önderleri, Asya Çağının önderleri olacaksınız. O bakımdan çok güveniyorum ve içim o kadar rahat ki. Geleceğimize ilişkin bazen aman derim ne olacak? Bundan sonra kim arkamızdan devam ettirecek? İleriye dönük müthiş bir yaratıcılığın eşiğindeyiz. Bir çağın eşiğindeyiz. Çok şanslı bir zamanda geldiniz. Biz 68’de bazı şeyleri kırarak geldik tabii ki. Bazı şeylere tepki olarak geldik. İlk defa karşılaştık bazı bilgilerle. O zaman Atatürk Devrimi’nin üstüne koyacağımız bazı şeyler vardı. Ama siz tam 9 ay 10 günlük bir evredesiniz. Yani doğum sancıları başlamış. Türkiye yeni, güzel sıçrama tahtasında zıplamaya başlamış. Hakikaten uçma noktasına gelmişiz artık. 

K.B: Çok teşekkür ederiz Şule Hanım.

Şule Perinçek: Ben teşekkür ederim.