Kasım ayında bir gün televizyon kanallarını ve sosyal medya platformlarını
açtığımızda, Las Tesis eylemleri dünya gündemindeydi. Verilen tepkilere baktığımızda;
“kadınlar sonunda ayaklandı”, “işte kadın tepkisini dansla verdi”, “dünyayı kadınlar
kurtaracak”, “eylemin en masum hali” gibi yorumları görünce heyecanlandık. Sandık ki
kadınlar şiddete ve cinayetlere karşı uluslararası ortak bir dil oluşturdu, dansın ve müziğin
ritmiyle eylemini buluşturdu. Bu yorumları yaptığımızda henüz görüntünün sesini
açmamıştık. Görüntünün sesini açtığımızda ise karşımıza şu sözcükler çıktı:
“…tecavüzcü sensin,
öldüren sensin,
polisler,
hakimler, devlet ve başkan, direnen kadınlar, dünyada her yerde…”
Las Tesis eylemleri ilk olarak Şili sokaklarında feminist örgütler tarafından yapıldı.
Daha sonra hızla diğer Latin Amerika ülkelerine ve bazı Avrupa ülkelerine yayıldı. Son
durağı da aralık ayında Türkiye oldu ve bütün eylemlerde aynı sözcükler kullanıldı. Burada
diğer ülkelerde bu sözcüklerin ne ifade ettiğinin analizini yapmayacağız. Fakat mesele aynı
sözlerin Türkiye sokaklarında söylenmesi olduğu için bütün dikkatimizi buraya toplayacağız.
Türkiye sokaklarında yapılan bu eylem çoğu çevrelerce “şarkı söyleyip dans ederek
yapılan bir eylemin nesi yanlış olabilir ki bu kadar da tahammülsüzleşmeyin” diye savunuldu.
Hayır efendim, tahammülsüzleşelim. Kendi ülkemizin sokaklarında kadına şiddete karşı, çok
masum bir eylem kisvesi altında, devlet ve polis düşmanlığı yapılıyorsa o sesi kısmak için hep
birlikte harekete geçelim. Çünkü bu eylem, millete zerk edilmeye çalışılan güvensizlik
zehridir.
Las Tesis’in her yerde tekrarlanan sloganları Türk milletine şunları dayatıyor:
1- Devlet öldürür ve tecavüz eder, güvenme!
2- Polis öldürür ve tecavüz eder, güvenme!
3- Hakimler öldürür ve tecavüz eder, güvenme!
Peki bir sorunla karşı karşıya kalan kadın kime başvuracaktır? Damarlarında bu
güvensizlik zehri dolaşırken ve yapılan bu düşmanlık propagandasının etkisindeyken, kimden
güvence talep edecektir? Bu soruların cevapları eylemi yapan kişilerde yoktur. Çünkü
amaçları zaten milletin içinde bu 3 maddede özetlediğimiz güvensizlik iklimini hâkim
kılmaktır.
Bugün Türkiye’de devlet ve polis karşıtlığının merkezi kimdir? 24 Temmuz 2015’den beri
hendeklere gömülen, devletin içindeki yuvalarından birer ur gibi sökülüp atılan terör
örgütleridir. Hedef alınan Türk yargısı kiminle savaşmaktadır? FETÖ ve PKK’yı
yargılamakta ve cezalandırmaktadır. Siz terörle kıran kırana mücadele eden bir ülkede devlete
ve polise katil, tecavüzcü yaftası yapıştırırsanız, sadece terör örgütlerinin ekmeğine yağ
sürmüş olursunuz.
Kız çocuklarını gencecik yaşta dağa kaldırıp haremlere katan, canlı bomba yapıp
hayatlarını karartan PKK’ya tek bir lafı olmayan “kadın örgütleri”nin, Las Tesis’in “katil
devlet” borazanlığında başı çekmesi öğreticidir. Kadını; birlikte mücadele edeceği erkeğin,
çözümleri güvence altına alacak ve toplumsal dönüşümü sağlayacak devletin, sokakların
güvenliğini sağlayacak polisin karşısına koyan bu anlayışın temsilcileri, kadını gerçek
çözümden kopardığı ve terör siyasetlerine yedeklemeye çalıştığı için aynı zamanda kadın
düşmanıdır.
MECLİSİMİZİN SABİHA’SINI ARIYORUZ
Bugünkü gibi bir varoluş mücadelesi verdiğimiz 1919 yılında kadının, mücadelenin en ön
safında yer alması için uğraşan Sabiha Sertel, “Bugün mağlubiyetin verdiği yeis ile başımız
yerlerde sürünürken kalplerimizi şişiren yeisle karışık bir sevinç veren iki tesellimiz var: Ta
Kafkas dağlarında, Arabistan’ın kızgın çöllerinde Anafartalar’da Galiçya’da namusuyla
döğüşen muazzez şehitlerimiz, bir de; vatanın öz evlatlarını ölürken ve yaşarken bir ana
ruhuyla bakan, onları seven Hilal-i Ahmer [Kızılay] ve Hilal-i Ahmer’in büyük ruhlu yüksek
imanlı kadınları!” (1) diye vatan için çarpan yüreğini ortaya koyuyordu.
“Artık hürriyet mahdut bir zümreye tahsis edilemez ve erkeklerin mümessillerinden
mürekkep bir meclis artık memleketi temsil edemez. Kanun-i Esasi’nin bütün Osmanlılara
verdiği hakkı bizlerden kimse esirgeyemez. Ümit ederim ki yeni meclisin yeni mebusları bu
noktayı yakından görür ve bu sesi yakından işitirler.” (2) sözleriyle savaşın alevleri içinde
dahi kadının seçme ve seçilme hakkını savunarak, kadın mücadelesinin vatan mücadelesiyle
nasıl kaynaştığını gösteriyordu. O dönemin bütün önder kadınları birer Sabiha Sertel’di.
Yıllarca Sabihalarımızın hem cephede hem de siyasi alanda verdiği mücadeleler
sonucunda meclis sıralarında temsil hakkı kazanan CHP’nin kadın milletvekilleri Las Tesis
eylemini TBMM çatısı altında yaparken acaba ne düşünüyorlardı? Mustafa Kemal Atatürk’ün
kurduğu Meclisimizde, maaşlarını aldıkları devletimize ve güvenlik güçlerimize katil derken
Sabiha Sertellerin mücadelesi, aziz şehitlerimiz akıllarına gelmiş midir? PKK’nın yılladır
dilinden düşürmediği “katil devlet” sloganını meclis kürsüsünden CHP aracılığı ile dile
getirilmesi en çok da PKK kamplarında sevinçle karşılanmıştır ve aynı dans Kandil’de
tekrarlanmıştır. Bu utanç tablosu tarihe not düşülmüştür. Bugün meclisten bu rezilliğe dur
diyecek Sabihalar çıkmamıştır fakat binlerce Songül Yakut görev başında beklemektedir.
EMPERYALİZMİN “FEMİNİZM” KAFESİ
Feminizm, Fransız Devrimiyle birlikte ortaya çıkmaya başlamıştır. Sanayi Devrimiyle
birlikte Avrupa ülkelerinde yankısı devam etmiştir. 1908 Hürriyet Devrimiyle birlikte de
Türkiye’ye (Osmanlı’ya) gelmiştir. İlk feminist yazarlar tanımlarında gayelerini “kadınların
da erkekler gibi mesleki ilme, sanayiye ve siyasete dahil olabilmeleri, her ikisinin aynı hukuk
ve vazifeye sahip olmaları” diye tarif ediyordu. İki cinsi beşerin eşitliğinin sağlanması için
mücadele edilmişti. Bu mücadele Cumhuriyet Devrimiyle ve devrimin öncü örgütüyle
başarıya ulaştırıldı.
Peki bugün feminizm adı altında dayatılan “neoliberal feminizm”, kadın mücadelesi adı
altında neyi hedeflemektedir? Kadın sorununa dair çözümleri nelerdir?
1- Kadın sorununu toplumsal bir sorun olmaktan çıkararak hedef tahtasına erkeği
yerleştirmektedir. Toplumu kadın–erkek olarak düşmanlaştırmak ve huzursuzluğu
körüklemek istemektedir.
2- Devlete karşı güvensizlik ortamı oluşturmaktadır. PKK ve FETÖ gibi terör
örgütlerinin ekmeğine yağ sürmektedir.
3- Devlete ve güvenlik güçlerine yaratılan güvensizliğe çözüm olarak “kendi cezanı
kendin ver” anlayışı yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. Bununla ilgili telefonlara bazı
uygulamalar yüklenmeye başlamıştır ve insanları bir uçuruma sürüklemektedir.
4- Kadınları dağa kaçıran ve binlerce insanımızı şehit eden HDP-PKK’yı kadın hakları
savunucusu gibi göstermeye çalışmaktadır.
5- İnsanın kendisine yabancılaşmasının örgütlü hali olan LGBT gibi kurumlar üzerinden
kimlik siyasetini ve cinsel kimlik özgürlüğünü meşrulaştırmaktadır. Bu durumun
meşrulaştırılması insanlığın geleceğine düşmanlıktır.
Batı, ülkesinin bağımsızlığı için verdiği mücadele ve vatanperverliği ile azize ilan edilen
Jeanne d’Arc gibi bir ismin temsilcisi iken; ulus devletlerin milli kimliğine saldırmakta,
insanlığı neoliberalizm kıskacı altında boğmaya çalışmakta ve kadınlarımızı çözümsüzlüğün
içine itmektedir. Oysaki Jeanne d’Arc’ın ülkesi için verdiği mücadele I. Dünya Savaşı’nda
Türk (Osmanlı) askerlerine ilham ve cesaret alınması için anlatılmıştır. Bugün ise kendi
azizelerine ihanet etmektedirler ve mazlum ülkeler üzerindeki kirli emperyalist oyunlarını
oynamaya devam etmektedirler. Batı üzerinden ülkemize dayatılan feminizm kıskacına
cevabımız ise hem köklerimizde hem bugünümüzdedir. Köklerimizde kadınlarımız;
devletimizin inşası için savaşmış ve devletimizin bağımsız olması için hala savaşmaktadır.
Bugünümüzde kadınlarımız; devlet kademelerinden, güvenlik güçlerimize kadar her alanda
görevinin başındadır. Kadını emperyalizmin kafesine kapatmaya çalışan “feminizme” karşı
Türk kadınının zırhı Diyarbakır Annelerinin cesaretindedir.
VATAN, HÜRRİYET, MÜSAVAT
Peki bugün ülkemizde kadın sorunu yok mudur? Elbette vardır. Fakat Batı’nın dayattığı
gibi kıyafet özgürlüğü, cinsel kimlik tercihi hakkı, devlete katil diyebilme özgürlüğü değildir.
Bugün şehirlerimizde yaşayan kadınlarımızın ve taşradaki kadınımızın hem ortak hem de
birbirinden farklı sorunları vardır.
1- Kadınlarımız emperyalizmin terör örgütleri eliyle yaptığı saldırılara karşı
bağımsızlığımız ve bütünlüğümüz için seferber olmaktadır. Çünkü emperyalizme karşı
direnemeyen ulusların ilk kaybedeni kadınlardır.
2- Kadınlarımız evlatlarını şehit vermektedir.
3- Kadınlarımız iş hayatındaki yerini hala yeterince alamamıştır.
4- Şehirdeki kadın çalışsa bile, iş hayatı içerisinde hala eşitsizlik yaşamaktadır.
5- Taşradaki kadının feodal baskılar üzerinden kalkmamıştır.
6- Taşradaki kadın hala çocuk yaşta evlilik gerçeği ile karşı karşıyadır.
7- Şehirdeki kadın sosyal yaşamda karşı cinsi tarafından fiziki veya sözlü tacize maruz
kalmaktadır.
8- Her iki yerdeki kadınımızda şiddete, tecavüze veya cinayete kurban gitmektedir.
9- Her iki kadınımızda toplumsal hayattaki rollerde eşit şartlara sahip değildir.
Kadınlarımızın saydığımız sorunları aslında bugün sadece bir sürecin sonuçlarıdır.
Sorunlarımızın kaynağı ise binlerce yıllık geçmişten gelmektedir. Bugün bize bu sorunları
çözmek düşüyor. Peki sorunlarımızı nasıl çözeceğiz? Batı merkezlerinin dayattığı gibi,
devlete ve erkeğe düşman olarak mı? Kendi adaletimizi kendimiz mi sağlayacağız? Yoksa
devleti toplumsal çözümün merkezine koyan bir yol mu izleyeceğiz?
Dünyada kadın haklarına dair bütün atılımlar, savaş ya da devrim süreçlerinde olmuştur.
Bütün haklarını kadın ve erkek birlikte verilen mücadelelerin içinde kazanmıştır. Kadın
sorunlarının kesin çözümü ise tek bir disiplin içerisinde verilen örgütlü mücadeleyle mümkün
olabilir. Türkiye’de Cumhuriyet Devrimiyle kadının haklarını almasını sağlayan merkezinde
bir örgütlü mücadele vardı. Bu hakları kazanan kadınlar İttihat ve Terakki içerisinde
örgütlenerek mücadeleye başlamışlardı. O nedenle örgütsüz verilen ve vatanından koparılan
bir kadın mücadelesi savrulmaya ve başarısızlığa mahkumdur.
Kadının özgürleşmesinin bir diğer basamağı ise ekonomik alanda devrim yapılmasıdır.
Osmanlı’da 1900’lü yılların başındaki ilk feminist yazarların, kadın erkek eşitliğine dair
çözüm önerilerini iktisat kitaplarına yazmaları boşuna değildir. Ekonomik alanda kadın erkek
eşitliğini sağlayamazsak ve kadını ekonomik alanda özgürleştiremezsek sorunlarımızı kökten
çözüme ulaştıramayız. Atatürk bunu “Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle
bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?” diyerek ifade etmiştir. Türkiye’nin
ekonomik sorunlarının çözümü olan Üretim Devrimi programı, aslında kadınlarımızın
özgürleşmesinin ve böylece tüm milletin göklere yükselmesinin koşuludur.
100 yıl önce topraklarımızda kadın mücadelesinin köklerini atan 1908 Hürriyet
Devrimi’nin sloganı olan “vatan, hürriyet, müsavat”, bugün mücadele eden Türk kadının
gerçek şiarıdır.
Kaynakça:
(1) Zafer Toprak, Türkiye’de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm (1908 – 1935), s.191
(2) Zafer Toprak, Türkiye’de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm (1908 – 1935), s.201
Yadigar Özen
TGB Genel Başkan Yardımcısı
Yorum Yap